11 Ekim 2024 Cuma

İşte benim idarecilik maceram!..

İşte benim idarecilik maceram!..


Hani şair benim bir de İstanbul maceram var, der ya işte o hesap benim de idarecilik maceram var.


Şairin macerası 995'de başlamış benim ki Eylül 2022'de.


Şairin macerası bir aşk hikayesine dönüşüyor, benimki hak hukuk mücadelesi oluyor.


Eylül 2022'de Y. Anadolu Lisesinde müdür yardımcılığı görevine başladım.


Önce neden idareci olmak istediğime dair birkaç kelam etmem gerekiyor. Gördüğüm kaypaklıklar, iki yüzlülükler ve hukuksuzluklar sebebiyle girdim bu işe. Dedim ki bu makamlara daha doğru düzgün insanlar gelmeli, yoksa konuşmamalı. Ama neylersin ki eyleme geçirdiğim düşüncelerimi uzun süre uygalayamadım. 


İdarecilikten tümden vaz mı geçtim? Evet, biraz öyle oldu. İki nedenden vazgeçtim. İlki haklının yanında yer almayan üst yöneticilerle çalışacak olmam, diğeri sorumluluğun ve iş yoğunluğunun oldukça fazla olması.


Peki idarecilik maceramı neden yazdım, yazmasam olmaz mıydı?


Aslında yazmaya karar vermem tütüncüden kalem kağıt alıp yazan, yazmasam deli olacaktım, diyen hikâyecinin hissiyatını duymam nedeniyledir. Bunca yaşanmışlık, haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz kalış ve verdiğim onurlu mücadele bana en azından yazıp rahatlama hissi veriyor.


Birilerinin ibret alması hususu beni aşar. Belki bu yazıyı okuyan kimi insan daha bu görevlere talip olmadan korkacak, vazgeçecek kimi insan da nelerle karşılaşacağını bilerek bu maceraya girecek ve daha temkinli yol alacak.


Şüphesiz bu bir başarı hikayesi değil ama onur duyduğum bir hikaye. Her şeyden önce iyi bir sınav verdiğimi düşünüyorum. 


Aşağıda detaylandırdığım olaylardan sonra ahlaki ilkelerimden vazgeçmeden bu görevi sürdürmemin mümkün olmadığını iyice anladığım ve daha rahat bir ortamda mücadele vermem gerektiğini düşündüğüm için Kasım 2023'te müdür yardımcılığı görevinden istifa ettim.


Okul müdürünün (MA) hiç itiraz etmeden onaylamamı istediği haksız ve hukuksuz fiillerinden bazıları:


1.Yapılmayan egzersizlere ek ders tahakkuk ettirmesi. 


Bunun yanlış olduğunu her fırsatta dile getirmeme rağmen 5 öğretmen hiç egzersiz yapmadan bir yıl boyunca ücret aldı.


Hatta egzersiz saatinde bir öğretmeni (GZ) neredesiniz hocam, diye telefondan aradığımda evdeyim, cevabını vermiş egzersizi olduğunu söyleyince bozulmuş hocam, sen idarecilik yapacak adam değilsin, demiştir. 


2. Müdürün il dışına resmi izin olmadan tatil amaçlı çıkıp kendine ek ders tahakkuk ettirmesi. (İki farklı zamanda toplam 10 gün. Bu hesaba hafta sonu kurslarda görevli idareci oluşu da dahil.)


Bunu güya müdür ve müdür yardımcısı olarak sorunlarımızı konuşmak ve çözmek için toplandığımız bir günde okul öğretmenlerinin büyük çoğunluğunun olduğu bir ortamda söylediğimde hiç yüzü kızarmadı, ben sana telefonda kendi hesabımdan resmi yazı yazdırdım, yani okulda gözüküyorum, dedi. Bir tane öğretmen de müdür bey, bunu nasıl yaparsınız, demedi.Gene okul müdürü (MA) konuyla ilgili rahatsızlığımı dile getirdiğim başka bir gün daha önce çalıştığı yerlerde yaz tatillerinde müdür yardımcılarını iki ay memleketlerine tatile gönderip ek derslerini eksiksiz tahakkuk ettirdiğini anlattı.)


3.Müdürün hafta sonu DYK kursunda öğrenci olmadığından işlenemeyen derslere ek ders tahakkuk ettirmesi.


Olay şöyle başladı. 2023 Ekim sonu veya Kasım'ın ilk haftası. DYK'da kursu olan bir öğretmen (FY) öğrenci olmadığından ders işleyemedi ve arabasına bindi gitti. Sınıfa gittiğimde defteri ders işlenmiş gibi doldurduğunu gördüm. Bu durumda ne yapacağını gelip sorması beklenir ama sormadı. Konuyla ilgili okul müdürü MA'yı aradım, ne yapayım, diye. Okul müdürü de ara, ders bitene kadar okulda

duracak, dedi. FY'yi aradım, bilgilendirdim. O da bir sonraki sefere ders bitene kadar okulda bekleyeceğini söyledi.


Bu konuyu tecrübeli idarecilere sorduğumda biz öğrenci yoksa ödeme yapmıyoruz, dediler. Ardından mevzuatı inceledim. Mevzuat fiilen ders işlenmesi gerektiğini aksi takdirde ödeme yapılmayacağını açık açık yazıyor. Ben de mevzuatın bu açık hükmünü uygulamaya karar verdim. Tam iki hafta okul müdürüne anlattım durdum. Okul müdürünün cevabı hocam, bırak, adamlar telafi ediyorlar, oldu. Nasıl telefi ettiklerini sorduğumda proje hazırladıklarını söyledi.


Ben doğru bildiğimden şaşmam ve vazgeçmem. Öyle de yaptım.


Sonunda işlenemeyen dersleri işlenmiş gibi sisteme girmeyeceğimi belirttim. 


Zurnanın zırt dediği yer burası oldu. Bir pazar sabahı kurs başlamadan hemen önce (o gün okul müdürü kursta görevliydi) "Arkadaşlar kursta öğrenci yoksa deftere kursta öğrenci olmadığından ders işlenmemiştir yazın ya da boş bırakın." diye mesaj attım. Bunun üzerine dindarlığını ya da dini darlığını her fırsatta gözümüzün içine sokan bir öğretmen tarafından (OZ) WhatsApp mesajıyla tehdit edildim: "Öğrenci olmasa da ücretimi kesemezsin. Bu son uyarım aksi takdirde ay sonunda seninle yüz yüze görüşeceğim." dedi. Bu şahsa tamam yüz yüze görüşelim, dedim. Dindar/ dini dar kurs öğretmenlerinin biri hariç (HK) hepsi (MÖ, BS, AA) sosyal demokrat kurs öğretmenlerinin de tamamı (GZ EE MY AA) bu şahsın mesajını beğenerek onaylamıştır.


Bu mesajlaşmanın ardından okul müdürü beni aradı, tam 1 saat geri adım attırmaya çalıştı. Ona, gerekirse istifa ederim gene DYK'daki boş derslerin ücretlerini sisteme gerçekleştirme görevlisi olarak girmem, dedim. Bu sefer istifa etmem için baskı yaptı.


Olayın akşamında bu mesajı atan öğretmen beni aradı, açmadım. Sonra tekrar mesaj döşenmiş. Gece uyuyamayacağından bahsetmiş bir de işim olduğu için telefonu açmadığını varsayıyorum, diye yazmış.

 

Bu son yaptığı küstahlıktan sonra "yarın benim hakkımda işlem başlat, ben senin hakkında işlem başlatacağım." dedim ve şahsı engelledim.


Ertesi gün DYS'den mevzuatın sağlıklı bir şekilde uygulanma imkanı kalmamıştır, diye yazıp WhatsApp mesajını ve beğenileri de ekleyerek işlemi başlattım.


Gene aynı gün ilçe müdürüyle (AT) görüşmeye gittim. Biz de seni çağıracaktık, müdürün sabah buradaydı, okul öğretmenleri senin hakkında görüşmeye geleceklermiş, dedi ve bana boş kadro olan okulları söyledi. Ben de durumları anlattım, mevzuatın sağlıklı bir şekilde uygulanma imkanı kalmadığından söz ettim ve konuyla ilgili işlem başlattığımı ekledim. Bana öğretmenliğe dönmem için boş kadro olan okulları söyledi. Bir ara abdestli ağzıyla konuştuğunu ifade etti. Bunun üzerine ben de abdestli ağızla konuştuğunuzu söylüyorsunuz ama ek ders hırsızlığı yapılıyor, buna ses çıkarmıyorsunuz, en son siz onaylıyorsunuz, dedim. Bana ben nereden bileyim, dedi, bana yazmanız gerekir, diye de ekledi. Ben de işte söylüyorum, yapılmayan egzersizler, müdürün tatile gidip ek ders alması, en son kursta işlenemeyen derslere ek ders ödenmesi. Adamlar ek dersimizi kesemezsin diye tehdit ediyorlar, dedim ve müsade istedim.


Ardından okula gittim. Müdür, odasına çağırdı.Beni her fırsatta eleştiren her şeyi bilen (!) okul müdürü elektronik imzayla yazdığım dilekçeyi formata uymadığım gerekçesiyle geri gönderdiğini söyledi. (Dilekçe giriş kısmında ad, soyad, çalıştığı kurum vs. bilgiler eksikmiş!..) Merak etme dedim henüz vermedim ama senin hakkında yazdığım dilekçede formata uydum, diyerek geri gönderdiği dilekçeyi formata uygun olarak düzeltir geri gönderirim, dedim ve çıktım.


Çok geçmeden müdür, odama geldi ve dilekçeyi geri göndermemem için 1 saat beni ikna etmeye çalıştı. Ben de istemeyerek de olsa kabul ettim.


Bu arada şunu belirteyim: Kurslarda iki ay görev aldım.Biraz inceleme fırsatım oldu. DYK'larda öğrenci listeleri gerçeği yansıtmıyordu, öğretmenlere yoklama aldıramadım. Kim kime durumu vardı. İlçe müdürü ve şube müdürü kursu ziyarete geldiğinde yoklama listesi istediler veremedim. Sayı çok düşük, dediler (malum en az 16 öğrenciyle kurs açılabiliyor. Bu sayı düştüğünde kursların kapatılması gerekir.) Ne yapalım, kursları kapatalım mı, dediğimde yok hocam, devam etsin, dediler, dersanelerin çok pahalı olduğundan bahsettiler.

***

Yukarıda zikrettiğim üçüncü konunun ardından durmadılar, mevzuata açıkça aykırı olmasına rağmen gerçekleştirme görevlisi yetkim yetkisizce elimden alındı, bir öğretmene verildi.(Bu görevi kabul eden öğretmen hangi akla hizmet kabul etti, anlaşılır gibi değil! Bu müdür karşısında bu kadar mı çaresiz bu adamlar? Bu kişi hakkında daha fazla söz söylemeye gerek yok!..)


Bu olaydan sonra sorumluluk reddiyle ilgili bir dilekçe kaleme aldım. ( Bu süreçte yaşanan her şey okulun DYS sisteminde bütün belgeleriyle kayıtlıdır.)


Sorumluluk reddiyle ilgili dilekçemden sonra okul müdürü daha önce kimini suç ortağı yaptığı kimini minnet altında bıraktığı 15 öğretmene aleyhimde dilekçe verdirmiş. Sanırım yağma düzenlerini bozmuşum!..Kısaca kumpasa geldim. Bunu tesadüfen öğrendim. 


***

Tesadüfen derken...


Yaşananların ardından üzerimdeki mobing iyice artmıştı. 28 Kasım 2023'te okulda iki öğretmenin görevli izinli, iki öğretmenin de raporlu olduğu bir gün iş yoğunluğundan çok bunalmıştım. Biraz dinlenmek istedim. Ya rapor alacaktım ya da izin kulanacaktım. İzin hakkım olduğu için izin kullanmak istedim. Okul müdürüne isteğimi mesajla bildirdim. O da tamam, dedi. Evrak defterlerinden numara almak istedim. Okul içi memur olarak görev yapan müstahdem (HA)"hocam izninizi ben giriyorum." deyip defteri vermek istemedi. Ben de ver, ben girerim, dedim, çektim aldım elinden defteri. Okul öğretmenlerinin dilekçelerine art arda numara verildiğini gördüm. 


Peki bu dilekçe numaralarını görünce ben ne yaptım?


Hemen dilekçe sahiblerinden birini (EÖ) aradım. Beni müdüre yönlendirdi. Müdürü okulda olmadığından aradım. (Beraber çalıştığımız dönemde müdürün mesaisi genellikle 16'da biter, cuma öğleden sonra ise çoğu zaman okula gelmezdi.) Dilekçelerin ne ile ilgili olduğunu sordum. Bana, sana ceza aldıracağım, şöyle yapacağım, böyle yapacağım, diye konuştu. Ben de tamam ben de sizin hakkınızda işlem başlatacağım. Göreceğiz kim kime ceza aldıracak dedim ve telefonu kapattım.


Bu süreci neden gizli yürütmek istediler?


Bunu ben de bilmiyorum. Anlaşılan o ki beni gafil avlamayı düşünmüş, haberim olmadan hakkımda soruşturma açılarak görevden alınmamı amaçlamış olabilirler.


Gerekçe hazır: İş barışını bozmak. 

 

Peki nasıl bozuyormuşum? 


Bilmiyorum.


Tek suçum mevzuatı uygulamak, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak, birilerinin haksız kazanç elde etmesine mani olmak... Kısa bir hesap yaptığımda bahsettiğim hususlarla ilgili toplamda 100 bin lirayı aşan ek ders yolsuzluğu yapıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu hesaba beni kurslarda görevlendirmediği yılın haksız ödemeleri dahil değildir. Çünkü haftasonu kurslarına öğrenci gelmediğinden hatta bir hafta sonu hiç öğrenci olmadığından söz ediliyordu.


Bu süreçte bana haksız kazancı engellememden dolayı teşekkür edileceğine kötü adam ilan edilmek memleket adına üzüntü verici bir şey. Neden? Çünkü karşımızdaki insanlar bu ülkede yıllardır insan yetiştiriyorlar. 

Kanaatimce bu bir istatistiksel veri. 25 öğretmenin olduğu bir okulda 15 kişinin ek ders hırsızlığına dur dedikten sonra hakkımda şikayet dilekçeleri yazması inanılır gibi değil.


İnsan utanır. Tabi utanma duygusu varsa, kaldıysa!.. Ne anlatacaklar bunlar çocuklarına? Biz hak etmediğimiz üç kuruş fazladan parayı alabilmek için adam harcardık mı, diyecekler?


***

Ne derlerse desinler biz konumuza dönelim.


Ertesi gün (29 Kasım 2023) dediğimi yaptım ve sekiz sayfada yaşananları bir üst makama sundum. Aynı günün akşamında da (mesai bitiminde) gene aynı makama istifamı sundum. Amacım açılacak soruşturmada daha rahat mücadele edebilmekti. Ama karşımda benimle dürüstçe mücadele edecek kimseyi görmedim.


İlçe müdürü (AT) makamına çağırdı.Önce aba altından sopa gösterdi, masasında 15 öğretmenin dilekçesi olduğunu söyledi, sonra makamın mehabeti, dedi, dilekçeni geri çek, biz seni tanımayız, o arkadaşımız, dedi. Arkadaşına bir zarar gelmesinmiş vs. 


Dedim ki 15 değil 115 dilekçe olsa ne olur, hırsızlık yapmadım, ahlaksızlık yapmadım. Bu sözüm karşısında şube müdürü (AD) orası öyle canım, dedi babacan bir tavırla.

 

Sonra öğrenciler bu işten zarar görmesin, öğretmenlerden bir talebim yok, ama müdür MA benden özür dileyecek, dedim. Önce, olmaz öyle şey, dedi ilçe müdürü. Ben dilekçem işleme konulsun, dedim ve kendi ifadeleriyle "mehabetli makamdan" ayrıldım. Ardından telefon üstüne telefon... Hayırdır, dedim ne oluyoruz? Gel, müdür dilekçeni geri çekmen karşılığında senden özür dileyecek, dediler. Gittim, özür diledi ama kabul etmedim, işlemler devam etsin, dedim. Çıkarken ilçe müdürü hocam, istifa dilekçeni geri çekebilirsin, dedi. Yok hocam ben bunlarla çalışamam, dedim. Sonra bu malum şahıs kapı kapı dolaşıp dostları devreye soktu ve ben de lanet olsun deyip vazgeçtim.


***

Şimdi güç karşısında hazır ola geçen 

bu 15 kişi hakkındaki değerlendirmeme gelecek olursam...


Sözde egzersiz yapan ve hafta sonu kursu olan öğretmenlerin doğrudan çıkarlarına dokunmuş olmam onlar hakkındaki değerlendirmemi kolaylaştırıyor.


Öncelikle seninle ay sonunda görüşeceğim diyen sahte kabadayı (OZ) için birkaç kelam edeyim: Bu cengaver bir öğrenci velisine artistlik yapmış ve karşılığını çok sert almıştır. Cengaverimiz ise çareyi söylene söylene mekanı terk etmekte bulmuştur.


Bir diğeri (MÖ)milliyetçi muhafazakar geçinir ama gel gör ki Cuma Bayrak Törenine okulda bulunduğu halde katılmaz. Katılmadığını insanın gözünün içine sokar. Şöyle ki tam tören biter, herkes dağılır, benim mesaim henüz bitmemiştir. İçeri girecekken bu beyefendi de dışarı çıkar ve karşı karşıya geliriz. Bu defalarca tekrarlanmıştır.


İşte böyle dostlar. Böylelerine ele verir talkını/telkini kendi götürür salkımı, derler.


Dilekçe sahiplerinden birinin (İA) DYK'da yeterli sayıda öğrencisi hep olmuştur. Onun dilekçe vermedeki amacı tam olarak neydi, kestirememekle beraber sevgili müdürünü kırmak istememesi aklıma gelen nedenlerinden biridir. Neden kırmak istemediğine gelince çünkü branşında tektir ve ders saati her sene 29-30 saat olarak ayarlanır. 31 olduğunda bir norm daha açılacağı için cukkasının düşmesinden korkmaktadır.


Bir diğeri EE...


Kurs açması mümkün değilken gerçeği yansıtmayan listelerle kurs açması sağlanan bir öğretmen. Bu kadar basit gerekçeyle hakkımda dilekçe vermeye ikna olmasını anlayamam.


Bir diğeri FY...


O kadar salla pati iş yapar ki okula sunduğu resmi evraklarda başka illerdeki okulların ve öğretmenlerin isimleri vardır. Okulda dersi varken tanıdığı bir arkadaşıyla sohbete dalar ve 40 dakika derse girmez. Ayrıca öğrenci olmadığı halde kurs defterine ders işlenmiş gibi imzalar ve görevli kurs müdür yardımcısına haber vermeden çeker gider. Sorulduğunda hakkımda bula bula sadece bunları mı buldun, der pişkin pişkin.


Bir diğeri MY...


Sınıfta kalacak öğrencilerin durumu görüşülürken çen çen konuşan, müdür yardımcısı olarak söz aldığımda Sabri hocam senin o sınıfa dersin yok sen konuşma istersen diyecek kadar saygısızlaşan, daha sonra kendisinin de o sınıfa dersi olmadığı anlaşılan, içki içtiği için komaya giren öğrenciye disiplin kurulunda ceza verilmemesi için çalışan ve bütün bunlarla zıtlaştığım bir kişi. Dahası da var ama kalsın!..


Bir diğeri AA... 


Hayatımda bu kadar şımartılmış ve dolayısıyla bu kadar küstah bir öğretmen görmedim. Hafta sonu kurslarında yoklama almaz, defteri imzalamaz. Kendisini üniversitede zanneder. Sınıfta öğrenciye sebepsiz hakaret eder ama üstüne üstlük bir de öğrencinin cezası almasını sağlar. Bütün bunlar benim tasvip edemeyeceğim şeyler tabii.


Bir diğeri BS ...


Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilmekte tereddüt etmez. Kurslarında genellikle iki kişiden fazla öğrenci olmaz.


Bir diğeri GZ...


Yukarıda belirttiğim gibi beni çalıştığı kurumda müdür yardımcılığı için teşvik eden ama yapmadığı egzersizleri sorguladığım için bana "hocam sen idarecilik yapacak adam değilmişsin." diyen eski dost!..


Kimse kimin dost kimin düşman olduğunu sınamadan anlayamaz.


***"


Bunların dışında birkaç öğretmen de aleyhimde dilekçe vermiş. Gene basit menfaatler söz konusu diye düşünüyorum.


Onlardan biri (MT), 8 saat dersi olduğu bir gün annesini hastaneye götürür. 30 saat dersi olan bu kişinin o gün 8 saat ek dersi kesilmesi gerekir. O da ne? Tek bir saati bile kesilmez. Sevgili müdürü jest yapmıştır, arkadaşa. Bu durumu fark edip kendisine söylediğimde bozulmuştur, kendileri. 


Sonra bu durumların önüne geçmek için müdürün karşı çıkmasına rağmen ayakta tedavi beyan belgesi doldurup ek dersleri kesme yoluna gittim.

 

Araştırılsın benden önce tek bir ayakta tedavi beyannamesi doldurulmuş mu? Gösterilemez.

***

Bir diğeri (CS), rehber öğretmeni olduğu sınıfın okul dışında içip okula gelmiş ve okulda komalık olmuş öğrencisine disiplin cezası verilmesin, diye odama birkaç kez gelmiş her defasında olumsuz yanıt almıştır.

***

Gene hakkımda dilekçe veren bu konuların hiçbir yerinde bulunmayan iki öğretmenle (ZB, BEÖ) hiçbir hukukum olmadı. Herhalde gözümün üstünde kaşım olması rahatsız etti bu kişileri ya da sevgili müdürlerini (!) kırmak istemediler! Niye kırsınlar, mazallah sevgili müdürleri ders programını kötü yaparsa halleri nice olur!..

***

Bunlardan başka aleyhimde dilekçe verenler arasında 4 gün önce öğretmenler günümü kutlamış genç/cevval(!)(ES) bir öğretmenin de bulunması evlere şenlik bir durum. Dilekçelere gelen evrak defterlerinde sırayla numara verilmiş olduğunu görünce ilk bu genç cevval arkadaşı aradım, dilekçelerin konusu nedir, diye. Beni sevgili müdürüne yönlendirdi. Müdür beye sor hocam, dedi. Görüyor musunuz ne şahsiyetli (!) bir arkadaş, sevgili müdüründen izinsiz kendi dilekçesinin neyle ilgili olduğunu bile söylemiyor!..

***

Bir diğeri yukarıda bahsettiğim gerçekleştirme görevlisi yapılan öğretmen. (TT) Onunla ilgili fikrimi izhar ettim zaten.


***

Neyse... 


İşte bu 15 öğretmen müdürün bir komutuyla müdür yardımcısı aleyhinde dilekçe verir.

 

Başka bir komut "dilekçeler geri çekilecek." 


Bu sefer komutu verenin yani müdürün tek bir imzasıyla dilekçeler geri çekilir.


İçlerinden biri de çıkıp "ben dilekçemi çekmiyorum, bu adam falanca gün bana yan gözle bakmıştı, ben o bakışı bilirim, hımm..."diyemez? 


Adamlar sanki iradeleri yokmuş gibi davranırlar.


Onlar adına üzgünüm diyeceğim ama demiyorum. Bu şahsiyet yokluğu onların ömür boyu alınlarında kara leke olarak kalsın!..


Siz siz olun dostlar kimsenin adamı/suç ortağı olmayın. İster makam, mevki için olsun ister çıkar için, farketmez, doğruluk ve dürüstlükten asla vazgeçmeyin.


***


Bir teşekkür...


Kurs ve egzersiz öğretmenlerinden iki öğretmenin (HK, TD) dilekçe vermediklerini gördüm. Müdürün komutunu ne sebeple geri çevirdiler, bilmiyorum. Ama şahsiyetli davrandıkları kesin. 


Ayrıca hakkımda dilekçe vermesi istenilen ama vermeyen öğretmenlerin de olduğunu tahmin ediyorum. Benim için onlar insandan umudu kesmemek gerektiğini gösterdiler.


Bir teşekkür daha...


Okulun hizmetlisi üç arkadaş (DK, EA, ÖÖ) yeni görev yerimde beni ziyarete geldiler. Gelemeyen iki arkadaş da selam gönderdiler. Müdüre rağmen bunu yapmaları ne kadar kadirşinas olduklarını gösterir. Kendilerine şükranlarımı sunuyorum.


***

Gelelim müdür MA'ya...


Nasıl biri olduğu ortada zaten.


İlahiyatçıdır kendileri. 


Odasında siyasi görüşünü insanların gözüne sokacak poster asılıdır.


Hukuk bilmez, hakka hukuka da inanmaz.


Güç karşısında susta durur. 


Amirlerini çok iyi karşılar, onların etrafında pervane olur. Hatta onlardan biriyle (il müdürü) taa nenesinin kızlık döneminden tanış çıkmaya çalışır!..


Güç karşısında susta durur demiştim...


İşi öğretmen tartaklamaya vardıran öğrenciye ceza veremez, öyle ki öğrencinin velisini pışpışlar çünkü veli güçlüdür. Bu olayda benim tavrım nettir. Öğrenci velisinin yanında bu olay bizi aşar, dosyayı ilçe disiplin kuruluna göndeririz, dedim kestim attım. O gün akşam öğrenci apar topar il dışında bir özel okula nakil gitti.


Gene belirlenen not ortalamasını tutturamayan öğreciler sınıf tekrarı yapacak, denir. Bu durumda yukarıda işi öğretmen tartaklamaya vardıran öğrenci de kalması gerekir. Ama o da ne bir bahane uydurularak bu öğrenci sınıf geçirtilir. Bu durumda gene olan sesi çıkmayan ailelerin çocuklarına olur.


Gelelim zayıf karşısındaki tutumuna... 


Her ne kadar papuç bırakmasam da bana yaptıkları 

29 Şubat 2024 Perşembe

Bu memeleketin kolay kolay değişmeyecek gerçekliği!..

 Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.

Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada, milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi. Burada, ben, vatan delisi millet divanesi; burada, ben harp malulü Ahmet Celal yapayalnızım.
Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi biti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.
Yaban-Yakup Kadri

Dücane'den alıntılar

 Karbonhidrat miktarı yüksek yapıtlar hamur işi gibi hızlı tokluk yaparlar ama çabuk acıktırırlar. Dücane

"İlmi aklından fazlaydı." Nedim 9.yy sahafı

Bazılarında bilgi var düşünce yok bazılarında ise düşünce var bilgi yok. Dücane

Balzac'ın 100'den fazla romanı içinde granitten saraylar olduğu gibi samandan kulübeler de vardır. C. Meriç

"Biraz zafer hasar ister." Dücane


5 Kasım 2020 Perşembe

Sakıncalı Görülen 10 Kasım Konuşması

Büyük Gazi'nin ölümünün üzerinden tam 82 yıl geçti.


Ey Büyük Atatürk, şair “yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer/ her geçen seni bizden parça parça götürür” dese de sevgin gönüllerde daha da büyüyor. Büyümekle kalmıyor; dünya ulusları yaptıklarını yeni kuşaklara aktarmak için seni ders kitaplarında okutuyor.


Büyük Atatürk, şairin gene aynı şiirinde “elsiz ayaksız yılanlar” dediği dahilde ve hariçte birbirinden çeşitli  düşmanlar, her türlü teçhizatla ve hileyle yaptıklarını yıkmak istemektedirler. Çok şükür ki kurduğun ülkede seni anlayanlar ve sevenler çığ gibi büyüyor ve artık elli ayaklı yılanların nefesleri kursaklarında kalıyor.


Çünkü sen, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” demiştin. Çünkü sen “Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” demiştin.

Bu sözler ve daha niceleri bu topraklarda seni sonsuza dek yenilmez kılıyor.

 

Evet, bu topraklarda Mustafa Kemaller yenilmez. Dosta düşmana duyurun. Atatürk ve Atatürkçülük yenilmezdir, yenilemez olandır. Çünkü bilim yenilemezdir. Bilim; kendini test eder, cerh eder ama asla vazgeçmez. Çünkü gerçeğin peşindedir o. Temeli bilim olan Atatürkçülük de böyledir; doğrunun, gerçeğin, hakikatin peşindedir.


Ey Büyük Atatürk, “biz senin dalın yaprağın biz senin fidanların" diyor şair, ne de güzel söylüyor. Senin ektiğin tohumlar çoktan meyvelerini verdi ve yeniden fidana durdu.


Ey Büyük Atatürk, seni anlamış ve sevmiş bir öğretmenin olarak açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.


Aziz ruhun şad olsun!..


Sb


Not: Bu yazı sakıncalı görülerek 10 Kasım ilçe tören programından çıkartıldı.

12 Ağustos 2020 Çarşamba

Bunu da siz alın, saçlarınızı kestirirsiniz.

 “Asaf Hâlet Çelebi mübarek Ramazan günü Beyazıt Camii şerifinde öğle namazını eda buyurduktan sonra çıkmışlar bazı asarı tarihiyeye atf-ı nazar etmek üzere Sahaflar Çarşısına doğru gidiyorlardı.

Bu sıra karşısına küçük bir dilenci çocuk çıktı. Çelebi hazretleri böyle bir günde bir fakirin gönlünü şadedip duasını almak arzusuyla ganice bir para lutfettiler. Çocuk parayı aldı. Sonra cebinden bir alay bozukluk çıkartıp içinden elli kuruş ayırdı ve Asaf Hâlet Çelebi’ye uzattı.

– Bunu da siz alın, saçlarınızı kestirirsiniz.”


Nihat Kuşlu

Çelebi, neden milletvekili olmak istiyorsunuz?

 “Çömez - Çelebi, neden milletvekili olmak istiyorsunuz?

“Asaf Hâlet Çelebi - Şiirlerim, inşatlarım, kıyafetimle senelerden beri milletin yüzünü güldürmüş bir şairim. Mecliste de bir neşe ve şetaret havası yaratmak mümkündür.”


Nihat Kuşlu

Asaf Hâlet Çelebi’nin son kitabı bomba gibi patladı.

 “Şair Yahya Kemal yanındaki arkadaşlarına:

– Haberiniz var mı? dedi, Asaf Hâlet Çelebi’nin son kitabı bomba gibi patladı.

– Yok canım nasıl?

– Bizim otelde oturan birisi karısı ile kavga ediyordu. Kadın onun bütün kitaplarını pencereden aşağı attı. Bir aralık Asaf Hâlet Çelebi’nin son kitabı da benim cama çarptı. Vallahi bomba zannettim.”


Nihat Kuşlu

Asaf Hâlet Çelebi evlilik hayatının muhtelif merhalelerini anlatıyordu:

 “Asaf Hâlet Çelebi evlilik hayatının muhtelif merhalelerini anlatıyordu:

– Evlenmeden evvel ben konuşurdum karım dinlenirdi. Evliliğimizin ilk senelerinde karım konuştu ben dinledim. Şimdi de..

– Şimdi de? diye sordular.

– İkimiz birden konuşuyoruz, komşular dinliyorlar.”


 Nihat Kuşlu

Kıran Resimleri

 Kıran Resimleri


İnci Aral'ın Maraş olaylarını anlattığı bu eser fazla bilinmiyor. Hatta hiç bilinmiyor. 


1978'in son ayında yaşanan olayları bizzat tanıklarından dinleyen ve çok az bir kurguya yer veren Aral sadece bu yapıtıyla da edebiyat tarihlerine girmeyi hak ediyor.


Yazar konusunu anlatırken siyasal bir tavır takınmıyor. 


Roman için ön hazırlık yapar yazar. Maraş'a gider. Tanıkların anlattıkları travmaya sebep olur ve bir ay konuşamaz.


Aslında bir alevi kıyımıdır yaşanan. Buradan bir mezhep savaşı hedeflenmektedir. Neticede insan denilen varlık ne de tez galeyana gelir.


Pazarda soğan satacak kadar muhtaç birinin o gece nasıl olur da gözünü kırpmadan adam öldürebildiğini sorgular mağdur bir kadın, acısını içine gömerek böyle bir sorgulama yapar ve adamı teşhis eder, tutuklanmasını sağlar.


Edebiyat ve sanatın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor bu eserle. Daha birinci dereceden tanıkların yaşadığı olaylar bile ancak böyle bir eserle bütün dehşeti ile gözler önüne serilebilirdi ve inanıyorum ki bu eser asırlar sonra da aynı dehşetli etkiyi okuyan ve dinleyende gösterecektir.


Burada bir eleştiri...


Bugüne kadar laf arasında Maraş olaylarına bir cümleyle de olsa atıf yapan çok kimse gördüm ama kimsenin bu esere değindiğini görmedim.

Bu nedenle Uğur Mumcu'nun bir sözü geldi aklıma: “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.”


Son olarak bir daha böyle acıların yaşanmaması için bu eserin okuyun, okutturun diyorum.

Sb 24.12.2019

Asaf Halet Çelebi'den Necip Fazıl'a

 Asaf Halet Çelebi'den Necip Fazıl'a


Sahte Eyyub Sultan Mistiği

“Kalp şairi”nin pilavdan dönerse kaşığı kırılacak. Bir kere: “Mistiğim!” dedi; şimdi geri dönemiyor.

Mistik diyince, nesli munkarız edebiyatı cedide züppesi müstihasesini taklit ederek:

– Deja. diyor, Eyyub gibi bir karitiye mistiği de...

Her şey gibi o da bir gösteriştir. “Kalp şairi” frenk tavrına özenen ve “Mistik”i acaiplik olsun diye cebinde taşıyan ve fıstık fındık gibi istediği zaman geveleyen, zekâsı vecizelerile ölçülür, rakik şiirler yazar bir “şair-(i) şirin-eda”dır.

Mai ve Siyah’taki Cemil gibi yüksek ve hassas, ince bir fıtrat iken asrî evliyalık şarlatanlığına üzendi. Bir zaman hokkabazlık öğrenmeğe merak edip Knowles’ten para mukabili “Yüksek irade” diploması almıştı. Bütün bunları bana gösterdi. Diploma ile musaddak yüksek iradesi dolayısile kendini tebrik ettim. Evvelâ beni uyutmağa yani manyetizme etmeğe kalktı. Sonra:

– Sen uyuyamazsın; fakat bunun sırrını ifşa edemem! dedi ve bir kediyi uyutacağım diye işkenceler yapıp hayvanı can havlile elinden kaçırdı. Çünkü kalp şairine göre “Mistik” biraz da büyücüdür ve Eyyub Sultan’da oturmaktadır. Öyle bir büyücü ki ayni zamanda garp göz bağcılığı ve manyetizmacılığına da vakıftır.

Kalp şairi yahut bay mistik bu büyücünün kapı karşı komşusu ve en aziz ahbabıdır. O terki diyâr edip bir Türk mahallesinde yerleşmiş, hamam takunyalarını mihrap üzerinde teşhir eder, mangal göbeğini avize yapar, fesli, zevksiz bir Piyer Loti müsveddesi olmaya çalışır.

Yedi sene evvel Léon Pierre Quint İstanbul’a geldiği zaman kendisini bu kıbâlde tanıtmıştı. Merhum dostum Edmond Saussey’ye de kendisini:

– Ortodoks Müslümanım ve protistanım! diye bildirmişti. Sonra biçare Saussey bana tenhada:

– Acaba doğru mu? diye sormuştu da ikimiz de kahkahalarla gülmüştük.

Bay Mistik:

– Benim eserlerimi İsveç ve Yunan lisanlarına terceme ettiler, okuyup mistik öğreniyorlar. Yakında Müslüman olup sünnet olacaklarmış. diye öteye beriye palavralar atmaktadır.

Bay Mistik, kafa göz yara yara Hüsn ü Aşk’ı okuyordu; etrafındaki hayranları da koyun kaval dinler gibi dinliyorlardı. Ben de Ahfeş’in keçisi olup kafa sallardım. Nihayet:

“Ben sustum o suuûz lebimde kaldı”. diye okuyunca dayanamadım:

– Söz, söz! dedim; hak verdi:

– Evet Ali Ekrem’le münakaşa etmişlerdi; o, senin fikrinde idi. Bu da bir içtihaddır, dedi; fakat ben aksi içtihadı kabul ediyorum.

Bay Mistik on adet kadar Yunus Emre’nin şiirini ezber etmiştir; Rimbaud’un Beteau İvre’inden de üç mısraı Abidin Dino’dan duymuştu. Zamanı evailde beni frenk edebiyatında hiç mürekkep yalamamış sanıp Verlaine’in Automne şiirini:

– Ben yazdım! diye okumuştu; onu da biliyor. Bir de Baudelaire’den meslek dağarcığında bulunması icap eden dokuz on mısra ezberlemiştir ve işte böylece kalp ve ıztırab (kendisinin tâbirile Crise intellectuelle) şairi ve bay Mistik olmuştur.

Onun tasavvuf istilahından mânasını bilmeden sık sık istimal ettiği bir “nefsi emmâre” kelimesi vardır ki bunun fena bir mânâya geldiğini idrâk ederek aleyhtarları için söyler, bunu da Eyyub Sultan’da bir zatın vaazından işitmiştir.

Ben bu frenk taklidi sahte bay Mistiğin, bu Snobe Eyyub Sultan mistiğinin bir sırrını ifşa edeceğim:

Vaktile etrafı boş bulduğu için herkesi yutar zannile palavrasyon kuvvetile ve sırf kıskançlık sâikasile Nâzım Hikmet’e benzememek ve inadına aksi cephe almak için üzerine bu ariyet “Mistik” sıfatını takınmak istemişti. Şimdi geri dönemiyor.

Ona asıl ben:

– Hodri meydan diyorum.

Gülünç egoizmile yalan söyleyip benliğin fani olması demek olan “Mistisizm”in günahını boynunda taşıyan bu sahte peygamberi şimdi yalanı çarpmaktadır. Hakkın inayetiyle onu çarpan azap meleği benim!

Ey kâzip müddeî! Rahmanın gazebinden nereye kaçarsın?


Sokak, S.2, 12 Nisan 1940,

Hintliler ve Kahireliler gibi yoksulluğun ebediyen süreceğine inancımız tam olsaydı

 Hintliler ve Kahireliler gibi yoksulluğun ebediyen süreceğine inancımız tam olsaydı, sorun olmazdı. Aslında Mustafa Kemal gelmeseydi, büyük bir kısmımız Hintli, Kahireli gibi yoksulluğu kanıksayıp, kaderleştirip mutlu bir miskinlikle yaşamaya devam edecektik. Mustafa Kemal, toplama-çıkarmayı öğretti, her toplama-çıkarmada "hırs" vardır. Toplama, çıkarma, bölme gibi kelimelerin öz Türkçesini bulup, kazandıran da Mustafa Kemal. Şimdi ne oldu, yine yoksuluz, fazladan hasetle, hırsla, mutsuz yoksullarız. Yapılacak tek şey, eskiden olduğu gibi kaderci miskinliğimize geri dönmek. Ahlakımızı, insanlığımızı hiç bozmadan orada durabiliriz. "Yeter Gönül abla, her şeye ağlama, şimdi gider zabıta, öğren artık bunları!"


Nihat Genç, Türkan adlı hikayesinden

Öğretmen Arkadaşlarımı Nasıl Boşa Çıkarttım?

 Öğretmen Arkadaşlarımı Nasıl Boşa Çıkarttım?!..


Bir spor karşılaşmasından sonra iki okulun öğrencileri kavga ediyorlar. Bir öğretmen kendi öğrencileriyle bir olup diğer okulun öğrencilerini dövüyor. Bir hanım öğretmen orada olsaydım kadın başıma cevap verirdim, diyor. Muhatabı erkek öğretmen de aynı minvalde esip gürlüyor.


Tam burada devreye giriyorum. Aslında o öğretmene, sen bu öğretmenlik mesleğini yanlış anlamışsın denilmeli ve yol verilmeli, dedim.


Bu durumda kendi öğretmen arkadaşlarımı da boşa çıkarmış olacağım ki acı bir tebessümle konu kapandı.

14.12.2019

Gerçek Demokrasi Eşitlerin Düzenidir

Demokrasilerin, sınıf eşitsizliklerini, sömürüyü ve adaletsizliği gizleyen, insanın doğasına aykırı kapitalist yıkıcılığın üstünü örten bir şal olduğu gerçeği unutturulmak istendi. Bir ölçüde başarılı da olundu.


Gerçek demokrasi bir “eşitlik” rejimi değil, ancak eşitlerin düzeni olabilir. Eşitlerin, “eşitlik” hukukuna göre düzenlenmiş rejimidir demokrasi. Bir anlamda “demokrasi”nin yadsınması ve aşılmasıdır. İnsanlar arasında ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal eşitlik sağlanmadan genel oy ilkesine dayalı yönetim biçimleri –ki genel ve eşit oy hakkı insanlık tarihinin en büyük demokratik atılımı ve kazanımlarından biridir– gerçek eşitliği sağlamaz, ancak bir eşitlik yanılsaması yaratır. Bu gerçek Platon’dan beri bilinmesine karşın, “milli irade” dalkavukluğuna feda edilir.


Merdan Yanardağ, Liberal İhanet

Sarayburnu’ndan söz etmek yasak!

 Sarayburnu’ndan söz etmek yasak!


Abdülhamit, ortaçağ artığı düzeni ve rejimi korumak için Fransız devriminin etkisindeki aydınları, dönemin devrimcilerini (Jön Türkler, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri) ve diğer muhalif kesimleri takip etmek, baskı kurmak ve cezalandırmak için hayli etkili bir hafiye teşkilatı kurmuştu. Bu hafiye teşkilatı, bir tür rejim muhafızlığı ve istihbarat örgütü işlevi görüyordu. Geniş bir “jurnal” ağına, yani gönüllü muhbir örgütlenmesine de sahipti. Hafiye teşkilatının muhbirleri arasında dönemin hilafet ve padişah yanlısı çok sayıda gazetecisi ve yazarı da vardı.

Bu sivil teşkilatın özelliği “havadan nem kapmak” diye özetlenebilirdi. Öyle ki, eğer döneme ilişkin anılar abartılı değilse, bir Jön Türk’e ya da İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesine veya taraftarına selam vermek bile neredeyse tutuklanmak ve hatta işkence görmek için yeterliydi. Dönemin gazetelerinde İstanbul’un bir semti olan Sarayburnu’ndan söz etmek bile yasaklanmıştı. Çünkü Abdülhamit büyük burunlu biriydi ve muhaliflerin bununla alay ettiği düşünülüyordu. Özetle Abdülhamit, hafiye teşkilatına dayalı koyu bir istibdat (baskı-terör) rejimi kurmuştu.


Liberal İhanet, Merdan Yanardağ

Kemalist Milliyetçilik

 

Cumhuriyet’in en önemli kurucu ilkelerinden biri olan kurucu milliyetçilik, modernist ve Batıcı bir karaktere sahip. Daha çok kültürel ve hukuki bir içerikle tanımlanmaya çalışılan bu milliyetçilik, Kemalist modernleşme projesinin taşıyıcı kavramlarından biridir. Kemalist milliyetçilik, bu özelliğiyle vatandaşlık hukukunu ve vatan bağını esas alan Fransız (Batı) milliyetçiliği ekolüne yakındır. Ancak Kemalist milliyetçilik diğer ucuyla da Anadolucu bir Türkçülüğe, soy ve köken birliği arayışına açılır ve bu yanıyla da Alman (Doğu) milliyetçiliği ekolüne, yani etnik modele yaklaşır. Resmi milliyetçilik, bu iki ekol arasında bir sentez oluşturmaktan çok, eklektik bir yapıya sahiptir. Bu nedenle sol yorumları bulunduğu gibi, ırkçı-faşist açılımlara da yol veren bir yapısı ve kurgusu vardır. Oynak merkezli bir milliyetçiliktir bu. Dolayısıyla manevra alanı hayli geniş bir egemen/resmi milliyetçilik anlayışından söz etmek mümkündür.


Liberal İhanet Merdan Yanardağ

Şu çılgın Türkler'den

Şu çılgın Türkler'den


1. Bölüm:  Çanakkale Kurtuluş Savaşı'nın ön sözüdür.


“Padişah Abdülaziz, Ali Paşa'ya soruyor: “Bizim durumumuz ne?”

Ali Paşa şöyle diyor: "Biz kabuğu ince, zar gibi bir yumurtaya benziyoruz, bir diken dokunsa akıp gideceğiz." 

Bir diken dokunuyor akıp gidiyor çünkü ayakta duracak bir gücü yok.”

Turgut Özakman


2. Bölüm: Ankarada yetiştirilen tiftik keçisi sebebiyle  nüfus 100 bine çıkıyor. İngilizler bu keçiyi Kuzey Afrika'da yetiştirmeye başlayınca bize ihtiyaç kalmıyor ve milli mücadele öncesi bu şehrin nüfusu 18 bine kadar düşüyor.


Osmanlı Devleti'nde hiç Türkçe bilmeyen sadrazamlar olmuştur.


Milli mücadele öncesinde okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 7'dir. Bunların çoğu azınlık, kadınlarda binde bir.


Liman Fan Sanders anılarında savaşın sonlarına doğru dağlarda 300 bin asker kaçağı vardı, diyor.


Talat ve Enver paşaların kaçması Cevat Paşa'nın ite kaka Malta'ya götürülmesi üzerine onur korumak amacıyla olması...


Yurdu sevmek yetmiyor onu akıllıca sevmek gerekir.


Burada  Özakman, Sina Akşin'nin mütareke dönemi ve İstanbul hükümetleri adlı çalışmadan bahsediyor.


3. Bölüm: Ermeni soykırımı  asılsızdır. Soykırım  için organize bir toplum olmak gerekir. İngilizler Rauf Bey'e verdikleri sözleri tutmuyorlar. Fransa generali at sırtında İstanbul'a giriyor. İstanbul bir kere fethedilmiştır diğerleri işgaldir. Osmanlı'nın son döneminde 45 kilo olan erkekler askere alınıyor. kayıt kuyut yok.


Dörtyol Karaköse köyünde Ermeni ve Fransız yağmacılara karşı yolu taşlarla kapatıp ateş ediyorlar. İlk fitil ateşlenmesi oluyor. İlk teşkilat Kars'ta Ermenilere karşı kuruluyor.


4.Bölüm: İngiliz raporlarında işgal İstanbul'unda açlıktan evlerine kapanıp ölen insanlardan bahsediliyor. 


Hürriyet ve İtilaf partisi İttihatçılardan kurtulmak için Rusya'nın ülkemize savaş açmasını isteyecek kadar işi ileri götürmüş. 


1. Cihan harbinden dönen askerleri gene bu parti yüzüstü bırakmış İttihatçılar adına savaştıkları düşüncesiyle...


Sait Molla150'lik Rahip Furu ilişkisi Sait Molla Türk Dışişlerine sizin casusunuz olabilirim, diye mektup yazıyor.


Adana Valisi Abdurrahman Bey Fransasızlar bizim iyiliğiliğimizi istiyor, ayaklanmaya gerek yok, diyor.


Damat Ferit Paşa yalnız İngiltere ve Allah’ın lütfuna güveniyoruz, diyor.


Mustafa Çevik Paşa umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmekliğimizdir, diyor.


Salih paşa zamanın sadrazamı: İngiltere'ye başkaldırımak gereksiz ve tehlikelidir.


5. Bölüm: Damat Ferit Yunan İzmir'e çıkmadan önce Ali Nadir Paşa'yı (Selenik'i teslim eden komutan) İzmir 17. Kolordu'ya atıyor, Sakallı Nurettin Paşa'nın yerine. Valiliğe de sonradan İngiliz casusu olduğu anlaşılan Kambur İzzet atanıyor.


9. Ordu müfettişiliği savaş zamanında “komutanlık” anlamına gelir. Karabekir 9. Ordu Komutanlığının bazı tümenlerine komutanlık yapmaktadır.O zaman Anadolu'da kıdem olarak en kıdemli paşa Mustafa Kemal paşadır.


Denizli müftüsü Ahmet Hulusi efendi İzmir mezalimi karşısında hiçbir şey yapamıyorsanız yerden 3 taş alıp düşmana atın, diyor.


Yunan mezalimine karşı Kadıköylü kadınlar damat Ferit Paşa Hükümetine bunlara karşı duracak erkek yoksa biz dururuz, diye telgraf çekiyor.


7. Bölüm

İstanbul'un işgali üzerine Rauf Bey'in meclis adına Vahidettin'le görüşmesi ve  Vahidettin'in milleti koyun sürüsü addetmesi...

Tınaz Titiz'den

 Tınaz Titiz'den


Siyasette fırsatların stoku olmaz.


Söylemekle yapmak arasında deniz vardır.


Güç bozar mutlak güç mutlak bozar.


Nkd kök anlamı dişlemek. Eskiden paralar altınmış. Hakiki olup olmadığını anlamak için dişlenirmiş. Sonraları bakır karışımı arttığı için diş izi pek geçmezmiş. 


Kedi ked'den...Dişleyen hayvan anlamında. Tenkid de fikirleri dişlemek... Somuttan soyuta bir gidiş var burada.


Gelişmemiş toplumlar kısıtlı kaynaklarını iyi tanımlanmamış sorunlarını çözmek için heba eden toplumlardır.


Her şeyin, soyut ve somut tüm ekonomik değer öğelerinin kökeni güneş ışımasıdır. 


Kısmi optimizasyon (kısmi en iyileme, bir sorun yumağından birini ya da birkaçını seçip gerisini gözardı etme) büyük bir yanılgıdır. Örneğin insanın kendisini merkezde konumlandırması. Eğer bu doğru olsaydı Mars'a vs. gitme diye bir derdimiz olmazdı.(Dünyayı yaşanmaz kılma.)


Tecrübe zor ve pahalı bir okuldur, ama aklını kullanmasını bilmeyenlerin gidebileceği başka bir okulda öğrenemez. Pascal

Son Devrin Din Mazlumları!..

 Son Devrin Din Mazlumları


Necip Fazıl bu eserinde öncelikle 2. Abdülhamit'ten bahseder. 31 Mart Olayı'nın düzmece olduğunu söyler ve İttihatçılara ateş püskürür.


Sonra İskilipli Atıf'tan bahseder. Şapk risalesi üzerinde durur. Şapka kanunundan önce yayınlanan bu eser bahane edilerek İskilipli Atıf idam edilmiştir. Savcının 3 yıl tevkif edilmesini talep ettiği sanığı mahkeme idam etmiştir.


Sonra Said Nursi anlatımları/ güzellemeleri gelir. FETÖ'yü doğuran Deli Sait hareketini ululaması ve bu adamın bugünkü siyasal İslamcıların da fikir babası olması düşündürücü.

 

Süleyman Hilmi Tunahan'ı anlattığı bölümlerde Süleymancı-İmamhatipli çatışması/zıtlaşmasında arabuluculuğa soyunur. Bu grupların birbirleri hakkındaki kanaatleri çok ilginç. Yorumda paylaşağım.


Menemen hadisesinivde ele alır. Bu olayı din adamlarını sindirmek için düzenlenmiş bir komplo olarak değerlendirdiğini görüyoruz.


En sonunda kendi şeyhi Abdülhakim Arvasi'yi anlatır.

***

Kanatim o iki bu esere telif bir eser denilemez. Çalakalem yazıldığı ve alıntılarla doldurulduğu görülebilir. 


Necip Fazıl'ın Cumhuriyet aleyhtarlığı çok açık. Bu tutumunun CHP'den milletvekili olma isteğinin reddedilmesiyle muhakkak bir ilgisi var. Aynı Necip Fazıl'ın daha önce Cumhuriyet ve Atatürk ululamaları yaptığı yazılarına internetten ulaşılabilir.


Eseri okurken İskilipli Atıf hocaya savcının 3 yıl tevkif isteyip mahkemenin idam vermesini insan aklına zarar bir hata olarak gördüm. Bu olay devrim mahkemsi vs. deyip hafife alınamaz. Cumhuriyet aşmak yerine 150'liklere yaptığı gibi İskilipli Atıf hocayı da yurtdışına sürebilirdi.


Menemen olayı da kafa karıştırıcı. Bu vakayı en kısa zamanda başka bir kaynaktan okumakta yarar var.


Necip Fazıl'ın bu eseriyle dinî hassasiyetleri olan kesimleri eskiden olduğu gibi bugün de Cumhuriyet ve Atatürk aleyhine etkileme gücüne sahip olduğunu düşünüyorum.

Sb 12.12.2019

Güzel sözler

Karıncayı bile incitmem deme, 

"Bile"den incinir karınca.

***

 "Köle, düşüncesini söyleyemeyendir."

- Euripides 

***

'Yaşamın bana verdiği iki ders; çevreni gittikçe daralt, gereksiz kalabalıkların seni üzmesine izin verme.' - Franz Kafka 

***

"Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,”


“Eskici bağırır, antikacı bağırmaz,”


“Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz,”


“Bağıran düşünemez düşünmeyen kavga eder..."


| Mevlâna

***

“Gaz ile tavuk yarışmış tavuğun götü yırtılmış.” Sıfır bir adana dizisi

***

"Bir insanın zihnini okumak istiyorsanız sözlerine bakın."

Johann W.Goethe

***

'Ben dostlarımı hiç satmadım; çünkü ya beş para etmez çıktılar, ya da paha biçilemez.' - İlhan Berk 

***

Yılmak 'eğilmek, bükülmek' anlamına gelir. Yılan kelimesi bu kökten gelir. Büyük yılana da 'büke' deriz. Böyle eğilip bükülmeyi, kıvrılıp kıvırtmayı hiç sevmemişiz. Yılmaz demişiz tersini makbul görüp. Dilimizle yaşayalım.

Osman Karatay

***

Zıt kutuplar birbirini Çekmez!


Kişiler arasındaki ilişkiler “uçlar” birbirini çekmiyor. Onlarca araştırma ortaya koyuyor ki, insanlar kendileriyle benzer karakterdeki insanlarla birlikte takılmayı tercih ediyor, kendilerinden farklı eğilimleri olan insanlardan uzak duruyor.

Doğru yaklaşım “benzer uçlar, benzer uçları” çeker olmalı. İbrahim Cakasın

***

“Nesneler bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan ibarettir, insanlarda öyle...”

John berger

***

'Hayatınızda denge sorunu varsa etrafınıza dikkatlice bakın; Muhtemelen birini yanlış bir yere koymuşsunuzdur.' - Jean Christophe Grange

**"

CEVİZ KURDU


Ceviz kurdu küçük bir delik açıp girdiği cevizi yemeye başlar; yedikçe şişmanlar


Doyunca gitmek ister ama girdiği delikten çıkamaz


Tek çaresi zayıflamaktır


Aç kaldıkça zayıflar; eski cılız halinde dışarı çıkar


Hırslı ve açgözlü insanlar, tıpkı ceviz kurdu gibidir.

***


« Herkes biliyor geminin su aldığını; herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini; ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu...» 


Leonard Cohen 

1934-2016 

Kanadalı yazar, şair ve müzisyen

***

Karaciğeriniz hafif yağlı dediğim 87 yaşındaki amca sedyeden doğrulup “inşallah ileride önemli bir probleme yol açmaz” dedi. Oscar Wilde’ın sözü geldi aklıma;


- Ruh yaşlı doğar fakat gençleşir; hayatın komedisi bu. Beden ise genç doğar, gitgide yaşlanır. Bu da hayatın trajedisi.

***

Bugünlerde sırtımı yasladığım şu muhteşem cümle: "Kimseyle hiçbir konuda yarış halinde değilim. Kimseden akıllı, kimseden güzel,  kimseden iyi olma gibi bir iddiam yok. Kimse için 'en' değilim, 'daha' değilim. Bu devasa iddiasızlığın bana verdiği özgürlüğün hastasıyım."

***

Epiktetos diyorki: bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.

***

Arkadaş balık gibidir: Üç günde kokusu çıkar.

Julio Cortazar

***

"İnsan doğduğunda yumuşak ve esnektir, öldüğünde ise sert ve katıdır. Yaşam yumuşak ve esnek olandır, sert ve katı olan hiç bir sey zafer kazanamaz." 

Andrei Tarkovsky, Stalker

***

Ne diyordu halikarnas balıkçısı;

“bu yaşamak değil, uzun ölüm...”

***

Çocuklarınıza söz dinlemeyi değil kararlarını kendilerinin verebilmesi becerisini öğretin. Söz dinlerse sonraki hayatında da başkalarını dinler ve sağlıklı kararlar veremez. Karar verme becerisi yaşam kalitesinin önemli bir değişkenidir.

***

Nietzsche şöyle diyor: "İki temel sorunu var insanlığın. Adaletsizlik ve anlamsızlık. Birine karşı hukuku bulduk, diğerine karşı sanatı. Ama insanlar hukuka ulaşamadı. Ve sanat insanlara."

***

Dinci yobazların en önemli özelliği, düşünürken kabız, küfrederken ishal olmalarıdır. Sadık Usta

***

Cahilin kitaplığı okumadığı kitaplardan oluşur.

Ferit Edgü

***

“Kitap okuyarak dünyayı kurtaramam; ama dünyamdan bir nebze kurtulabilirim.”

***

“Bak Mathilda, insanlar için gözlerini feda etsen, zaten kördü derler.”

***

"Neden niçin olmasaydı herkes alim olurdu." Çin Atasözü

***

"Güzel konuşma düşünceleri açıklamak için değil örtmek içindir."  Böyle bir söz varmış. Oldukça düşündürücü...

***

Eşeği düğüne çağırmışlar, orada sana bir müjde vereceğiz. Demişler. Hiç sevinmemiş Eşek. Neden sevinmedin? diye sormuşlar .Eşek, Ya odun bitti yada su yoksa bizi neden düğüne çağırsınlar demiş.

***

'Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Ve hiç kimse kendini vazgeçilmez sanan biri kadar aptal değildir.' - Victor Hugo

***

 “Bir insanın kültür seviyesini öğrenmek istiyorsanız, boş vakitlerinde ne yaptığını sorunuz.”

Churchill

***

İlkelilik hamilelik gibidir; bunun azı, çoğu, yarısı çeyreği olmaz. Bir insanın ilkeleri/ kuralları ya vardır ya yoktur. Biz ilkeleri olan insanlar olarak her durumda hep doğru ve dürüst olmak zorundayız.” Murat Sevinç

***

Başkasını ve kendini bilirsen, yüz kere savaşsan tehlikeye düşmezsin; başkasını bilmeyip kendini bilirsen bir kazanır bir kaybedersin ne kendini ne de başkasını bilmezsen, her savaşta tehlikedesin.”

Sun Tzu

***

“Keşke 3 hayatım olsaydı; ilkinde seyrederdim, ikincisinde oynardım, üçüncüsünde yaşardım.”  Ve Panayır Köyden Gider

***

 “İt havladı diye kurt kavgaya çıkmaz.” Mehmetcik Kutulamare dizisi 14. Bölüm

***

Madenleri tanımıyorlar, bitkileri tanımıyorlar, hayvanları tanımıyorlar, insanı tanımıyorlar, güya Tanrı'yı tanıyorlar: fiziksiz metafizik. Dücane Cündioğlu

***

 “Üniversitenin evrensel bilgi üretme, öğretim yapma ve topluma hizmet üzerinden tanımlamaları vardır." Prof. Dr. Selahattin Turan

***

—Hapishane ne biliyor musun?

—Cehennemin bir şubesi.  Vis a Vis dizisi

***

 “Benden ok atmayı öğrenen kişi yoktur ki, sonunda bana nişan almasın...Şadi Şirazi

***

 “Laiklik, özellikle İslam dünyasında, Müslümanı Müslümandan korumaktır.” Yaşar Nuri Usturası, Şahin Filiz

***

Her kuş kendi cinsiyle uçar. Kartallar kartallarla, kargalar kargalarla.

***

Arkadaş balık gibidir: Üç günde kokusu çıkar.


Julio Cortazar

***

“Ölüm, insanlar tarafından bozulamamış tek olgudur. İnsanoğlu, onun dışında her şeyi bozmuş ve kirletmiştir.”

Osho

***

 “İşte kapı işte sapı ister sarıl ister darıl!"

Yazar Mehmet Yılmaz'ın enflasyon rakamlarını düşük tutmak için yapılan düzenbazlıklardan bahsettiği ve bunun da memura ve işçiye düşük zam yapmak için yapıldığını anlattığı 24/06/2020 tarihli yazısından...

***

"Derisini değiştiremeyen yılanlar ölmeye mahkumdur." der ve ekler Nietzsche "Bu durum düşüncelerini değiştiremeyen zihinler için de geçerlidir."

***

"Benim asıl ümidim ümitsizliğimdir! Mutluluksa mutsuzluğun bilincinde olmaktır!" (Tezel) s.75 Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu

***

 Ayrılık dediğin ölümün provasıdır.

Aynı denizin karşısında iki insan biri dünyanın en güzel şiirini yazar diğeri tuzlu su buldum der ve sümkürür.

Masaldan Geriye Kalan filminden

***

Yabancı dilde konuşmak değil, düşünmek tehlikelidir. (Kazak Atasözü). Yani, Türk isek,  kaç dil bilirsek bilelim, Türkçe düşüneceğiz. Abdulvahap Kara

***

« Herkes biliyor geminin su aldığını; herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini; ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu...» 


Leonard Cohen 

1934-2016 

Kanadalı yazar, şair ve müzisyen

***

"İnsan doğduğunda yumuşak ve esnektir, öldüğünde ise sert ve katıdır. Yaşam yumuşak ve esnek olandır, sert ve katı olan hiç bir sey zafer kazanamaz." 

Andrei Tarkovsky, Stalker

***

Sen dedi; "intihar gibisin. Hem herkes tarafından bir kez düşünülen hem de cesaret edilemeyen." Cemal Süreya

***

Epiktetos diyorki: bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.

***

Dil ayrıntıdır...

Hayırlı olsun (kutlama)

Hayırlısı olsun (teselli) Ali Akar

***

Dinci yobazların en önemli özelliği, düşünürken kabız, küfrederken ishal olmalarıdır.. sadık usta

***

Selçuklu kurulurken:

Selçuk Tuğrul Alparslan (Türkçe)

Çökerken:

Keyhüsrev Keykubad Keykavus (Farsça)


Osmanlı kurulurken:

Ertuğrul Ataman Orhan (Türkçe)

Çökerken:

Abdülmecid Abdülhamid Abdülaziz (Arapça)


Tükiye Cumhuriyeti kurulurken: 

Mustafa Kemal ATATÜRK  ❤️


Şimdi??? 🤦‍♀️

***

“Hasta olduğun için değil, hayatta olduğun için öleceksin.” 

Lucius Seneca

***

“Hem Tanrı'ya hem de Mammon'a (Şeytan'a) hizmet edemezsin.” 

Aziz Matta

***

“Annem kanserden öldü. Genellikle bir nesil atlar derler. Ama büyük annem de kanserden öldü. Bilim bunun neresinde?” Vis a Vis dizisi

****

Aptalların cenneti akıllılar için cehennemdir. / Thomas Fuller

****

Unutmayın!

En derin karanlık bile cılızından küçücük bir ışığa boyun eğer! Mustafa Önsel

***

“Çok arkadaşı olan biri değilim çünkü çok arkadaşı olan birinin bir tane bile dostu yoktur.” Vis a Vis

Seçme kavramının bizatihi kendisi, kendi içinde totaliterdir.

 Seçmek, böl ve yönet kuralını kendi kendimize dayatma yöntemidir. Seçerek ve taraf tutarak, gerek bilgiyi gerekse insanları bölüyoruz. Bölmekle, dogma haline gelen küçük bilgi parçalarını ve hiçbir şeyi sorgulamayan bir kalabalığa dönüşen bir insan topluluğu üzerinde egemenlik kuruyoruz. Seçmekle, kendini haklı gören, başkalarını mahkûm eden insanlar haline geliyoruz. Bir tarafı, herhangi bir tarafı tuttuğumuz anda, totaliter olup çıkıyoruz.


****

Seçme kavramının bizatihi kendisi, kendi içinde totaliterdir. Zekâ, güzellik, adalet, sevgi, özgürlük gibi şeyler ölçülemez ve kıyaslanamaz. Onlar ancak, tanımlanmadıkları ve standartlaştırılmadıkları ölçüde var olabilirler. Bunların tanımını yapma girişimi bile, kavramın ihlal edilmesi demektir. Bir kez tanımlandıktan sonra, zekâ donuklaşır, güzellik esinleyici olmaktan çıkar, sevgi tüketilmiş olur, adaletin doğrulanması gerekir, özgürlük ise tanımlanmış biçiminin dışında var olmaktan çıkıverir.


Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü

deli gömleği

 Çocuk, doğduğu andan itibaren, düzenin dilini kullanmakta ne kadar eğitilirse, yaşamla olan ilişkisinde kendisini kıskıvrak bağlayacak bir “deli gömleği” sırtına o ölçüde yapışacak demektir. Çocuğun giderek kendini sözcüklere -soyutlama ve genellemelere- teslim etmesiyle, beynin ayırt etme, her şeyi gerek tekil olarak, gerekse özel nitelikleri ve karakteristikleri temelinde birbiriyle ilişki içinde görme yönündeki sınırsız kapasitesi de kısıtlanır. Daha başka soyutlama ve genelleme biçimlerinin bize sunduğu sonsuz olasılıklara rağmen, uygarlığımızın kendine özgü gelişimi, ve bir dereceye kadar, evrimimizin akışı, bizi ancak tek tip bir soyutlamaya, dille sınırlanmış bir soyutlama biçimine mahkûm ediyor.


Bireyin oluş tarihi evrim tarihini yeniden özetliyor. Tek bir bireyin büyümesinde, evrimin tüm aşamaları tekrarlanıyor. Hepimizin önce yürümeyi, sonra yüzmeyi öğrenmesi, kültürel bir kaza sayılır. Çünkü doğamızda bunun tersi doğrudur: Hepimiz, yürümeyi öğrenmeden önce yüzmeyi öğrenebiliriz. 

Uygarlığımızın doğaya empoze ettiği düzen başka türlü olsaydı, yani karaya bağımlı bir uygarlık yerine daha dengeli bir su/kara uygarlığı olsaydık, çevredeki farklılıklara karşı bilinçli duyarlılığımız başka başka yollardan gelişecekti; tabiî ki, dilimiz de buna uygun bir gelişme izleyecekti. Dilimiz, doğayla kurduğumuz belirli ilişkilerle sınırlı. Oysa gördüklerimizi algılama yeteneğimiz, dilin bizi içine hapsettiği küçük ve sınırlı dünyadan çok daha zengin. Sözcüklerden, sözcüklerin abartılmış egemenliğinden ötürü, deneyimlerimizi bilinçli olarak sınırlıyoruz. Daha az görüyor, daha az işitiyor, kokluyor, dokunuyor ve daha az tat alıyoruz. Birçok deneyimi es geçiyoruz. Yaşama daha az dikkat ediyor, kendi basitleşmelerimizle özel soyutlamalarımıza çok daha büyük dikkat gösteriyoruz. Sonsuz çeşitlilikteki deneyim olasılıkları bir yanda dururken, gerçekten yaşayabildiğimiz tek tük şeyleri de hemen sözcüklerle kodlayıp standartlaştırıyoruz.


Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü

Haberlere gereksinme”si olan yegâne insanlar

 Haberlere gerçekten anında 

“gereksinme”si olan yegâne insanlar borsadaki günlük dalgalanmaları ve hisse senetlerine ilişkin haberleri izleyen kişilerdir. ...

Öte yandan, hükümetler de asıl haberlerini, diplomatları ve gizli servisleri aracılığıyla elde ederler. 

“Gerçek” haberlerin medya aracılığıyla bize ulaşması aylar, yıllar sürer. Bunların hiç ulaşmadığı da olur. 

Örneğin, İngilizlerin, Japonların gizli şifresini çözerek Pearl Harbor'a yapılacak baskını önceden öğrendiklerini, ama bu bilgiyi, ABD'yi II. Dünya Savaşı'na girmeye zorlamak için kasten gizli tuttuklarını, kamuoyu olarak bizim öğrenmemiz kırk yılı aşkın bir süre aldı.


Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü

Napolyon Bonapart- Thomas Paine

 Napolyon Bonapart vaktiyle şöyle demiş: “Yeryüzünün her bir kentine Thomas Paine'in saf altından yapılmış heykelinin dikilmesi gerekir.”

İnsanı Yaradan bilincinden uzaklaştıran sistemeler

 Hıristiyan kilisesinin ve diğer tüm uydurma dinlerin amacı insanı Yaradan bilincinden uzak tutmaktır, tıpkı bir hükümetin amacının insanın haklarını bilmesini engellemek olduğu gibi. Sahtelik açısından bir sistemin diğerinden farkı yoktur, birbirlerine karşılıklı destek vermek için oluşturulmuşlardır.


Akıl Çağı, Thomas Paine, Sonuç

Parçaların tutarlılığı bütünün doğruluğu

 “İsa'nın hikâyesinin sahte olduğunu gösteren bazı çarpıcı çelişkiler vardır.

Bunları itiraz edilemeyecek bir biçimde ortaya koymak için şunları saptamalıyız: İlkin hikâyenin parçalarının tutarlı olması onun doğruluğunu göstermez, çünkü parçalar tutarlı olsa da bütün yanlış olabilir; ikinci olarak hikâyenin parçalarının tutarsız olması, bütününün gerçek olamayacağını kanıtlar. Parçaların tutarlılığı bütünün doğruluğunu kanıtlamaz, ama parçalardaki tutarsızlık bütünün yanlışlığını kesinlikle kanıtlar.” Akıl Çağı, Thomas Paine Yeni Ahit

Okulda alınan eğitim

“Okulda alınan eğitim sonradan alınacak eğitim için küçük bir sermaye olarak kabul edilebilir. Öğrenme süreci içinde olan herkes kendisinin öğretmenidir.” Akıl Çağı, Bölüm 13, Thomas Paine

Nihat Genç'ten

II. Meşrutiyet'te otuz bin hafiyenin işsiz kalması 

II. Meşrutiyet'te otuz bin hafiyenin (Abdülhamit'in jurnalcileri) ve onlarca bakanın görevden alınması işine son verilmesi, tarihimizin en büyük siyasi tasfiyesidir.


Aşkla tekbirle bir daha yazalım: Otuz bin jurnalci onlarca bakan.


Bu otuz bin hafiye ne yapıyordu, işinde gücünde sokakta bakkalda çarşıdaki halkın içindeki konuşmaları saraya bildiriyordu...


Bir başka soru, peki halk sokağa inmeseydi bu kadar hafiye ve bu kadar hırsız bakanın tasfiyesi mümkün olabilecek miydi?


Hayır! Halk sokağa indiği için Abdülhamit hırsız bakanlarını ve hafiyelerini görevde tutamadı...

Ziya Gökalp'in solidarizm ve korporatizm anlayışını yansıttığı şiiri

 Ziya Gökalp'in solidarizm ve korporatizm anlayışını yansıttığı şiiri özellikle son birim bu açıdan dikkatle okunmalı.


Vatan


Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,

Köylü anlar manasını namazdaki duânın.

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur.

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ'nın.

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!


Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok,

Her ferdinde mefkure bir, lisan, âdet, din birdir.

Meb'üsânı temiz, orda Boşolar'ın sözü yok,

Hududunda evlatları seve seve can verir;

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!


Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye,

San'atına yol gösteren ilimle fen Türk'ündür;

Hirfetleri birbirini daim eder himaye;

Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türk'ündür,

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!

Çağdaş Türkiye Tarihi, Niyazi Berkes

 24 Ağustos-16 Ekim 1921 günlerinde süren Sakarya savaşına dalan Mustafa Kemal’den kurtulan Mec­lis akla sığdırılması güç sorunlarla uğraşmaya başladı. 


Mecliste, neredeyse “Asr-ı saadete dönüldüğü sanısını verecek kararlar alınıyordu. İçki yasağı, kâğıt ve do­mino oyunu yasakları, kadmların peçeli olması zorunluluğu, süslü giyinme yasak­ları gibi şeyler önemli sorunlar olmuşlardı. Oturumların birinde, doktor bir üye ev­leneceklerin, evlenmeden önce, hekim muayenesinden geçmelerini teklif etmişti.

Bu teklif şeriatçıların sabrını taşırdı. Üyelerden biri okulların yeni kurulmuş Şer’iy- ye Bakanlığı’na bağlanmasını teklif etti. Okul programlannı Eğitim Bakanlığı ha­ zırlayacak, fakat bunlar Şer’iyye Bakanlığı’mn denetim ve onayından geçecekti. Üyelerin birçoğu okulların ve eğitimin Şeriat İşleri Komisyonu’nun onayından geçmesi teklifini de uygun buldu. Bununla sözde medrese-mektep ikiliği kaldırıla­ caktı; fakat bu, mektebin medreseye çevirilmesiyle de sonuçlanabilirdi. 


Üyelerden biri, “Geri kalışımızın asıl nedeninin dünya işlerini din işlerinden ayırmak” olduğu­ nu anlatarak evkaf, şeriat, adalet ve eğitim işlerinin Şeriat Komisyonu’nun yetki alanına konmasını teklif etti.


465 yeni medrese açılması teklifi de kabul edildi; ne var ki o zamanki milli eğitim bütçesinde var olan okullara bile yetişecek kadar ödenek bulunmadığından bu 465 medrese açılmadı. Bu gibi kararlar Meclis’te tar­ tışmasız geçmemiş olmakla birlikte, kabul edilmişlerdir. Dinci özlemlerin doruğuna çok karılı evlenmeyi zorunlu yapma teklifinin tartışılmasında erişildi. Bir üyenin fes yerine kalpak giyilmesi takriri Meclis’i ikiye bölmüş, iki yan boyuna bağınrken Meclis Başkam, “Fes, kalpak zamanı değil; herkes ne isterse giysin” diye bağın- yor, gürültüler dinmiyordu. Zorunlu çok kanlı evlenme teklifinin gerekçesi ulusal savaşa yardımı olması için nüfusu artırma düşüncesi idi.


***

1 Kasım 1922’de Mustafa Kemal işte bu Meclis’in karşısına çıktı; tarihin unutamayacağı, bilimsel açıdan ölümsüz bir yapıt olan bir nutuk söyledi.


...Efendiler, egemenlik hiçbir ulusa hiçbir zaman ulemâ tartışmalarıyla verilmemiştir. Egemenlik hep güç kullanılarak zorla alınır... Türk ulusu elinden alınan egemenliği şimdi kendi eline almış bulu­nuyor. Bu bir gerçek. Önümüzdeki sorun bunun ulusun elinde bırakılıp bırakılma­yacağı sorunu değil, sadece bu gerçeği ilân etme sorunudur... Burada toplananlar, herkes gibi bu gerçeği anlarlarsa mesele yok. Anlamazlarsa doğal olan nasıl olsa olacaktır; şu farkla ki belki birkaç kafa kesilecektir.”


***


Bu komisyon odasının bir ressama konu olmayışına şaşmaktan kendimizi alamıyoruz.


Aceleci ve taktik bil­meyen Mithat Paşa’nın tersi bir yaratılışta olan Mustafa Kemal ... (Saltanat ve hilafetin kaldırılması konusunda) Çağdaş Türkiye Tarihi, Niyazi Berkes

Bütün Kaleler Zaptedilmedi Attila İlhan- Hulki Cevizoğlu

 Attilâ İlhan- Osmanlı'nın Tanzimat döneminden itibaren çok ciddî bir misyoner saldırısı oluyor Osmanlı topraklarına. Amerikalılar Doğu Anadolu'da, Fransızlar daha ziyade Suriye, Lübnan çevrelerinde ve Batı Anadolu'da, İngilizler İstanbul ve çevresinde etkili olmaya çalışıyorlar.


Benim elimde şöyle rakamlar var: 1890'la 1900 arasında Amasya'da 10, Harput'ta 9, Mersin'de 2, Diyarbakır'da 3, Ergani'de 2, Mardin'de 3, Bitlis'te 2, Muş'ta 1, Siirt'te 3, Van'da 2, Sivas'ta 20 Amerikan okulu bulunuyormuş, 1890-1900 arasında.


Bir de elimde şöyle bir demeç var; American Board of Michen adına Mr. Divade 1895'te şöyle bir demeç vermiş: "Derneğimiz yaklaşık 65 yıldır Türkiye'de faaliyette bulunmaktadır. Ticarî ilişkiler yönünden misyonlar bu bölgede elverişli bir ortam yaratmışlardır. Bu ortam misyonların iki yönlü çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Bir, geniş bir eğitim düzeni; iki, geniş bir basın yayın örgütü. Biz bu bölge halkını yalnız bizim sattıklarımızı almaları için değil, gelecekte kurulacak tesisleri geliştirip yaşatabilecek bir düzeye gelmeleri için de eğitiyoruz. Bu yoldan Amerikan yatırımlarına yeni alanlar açmak umudundayız. Örgütün devamlı olarak yaşabilmesi için yapılan harcamalar yıllık 6 milyon dolar civarındadır. Amerikalılar Asya Türkiye'sinde şimdiden kâra geçen bir iş kurmuşlardır. Bu durum, bütün bölge halkını bir gün bizim müşterimiz olacağına dair umudumuzu gerçekleştirmektedir. Şu anda Asya Türkiye'sinde değişik bölgelerde 435 okulumuz ve bunlarda eğitim gören 19.795 öğrencimiz mevcuttur."

47

Bu İstiklâl Savaşı sırasında, o dönemle ilgili romanlar yazıyorum, o belgeleri kurcalarken ortaya çıkıyor. İnanılmaz bir rahip, rahibe trafiği var Anadolu'da. O çeşitli okullardaki hocalar bunlar, aynı zamanda istihbarat yapıyorlar.


Hulki Cevizoğlu- Atatürk'te zaten bunu Nutkunda...


Attilâ İlhan- Atatürk çok kesin tavır koyuyor, Lozan'da bu işin savaşı veriliyor. Sadece 5'e indirgenmiş misyoner mektepleri. Bir tane Tarsus'ta, bir tane Kayseri'de, bir tane Bursa'da, 3 tane İzmir'de ve İstanbul'da var. Hepsi bu kadara indirgenmişken sonra yeniden bildiğiniz gibi açılıyor.


Bu işin özelliği de şuradan geliyor: Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması ve komünist bloğun dağılmasından sonra Hristiyan'lık yeniden kendini görevli hissetmeye başlıyor. Katolik Hıristiyanlığı'nın lideri Papa'nın 22 ocak 1991'de yayınladığı bildiride ve nüfusunun büyük çoğunluğu Protestan olan Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanının 3 Mart 1992'de yaptığı konuşmada, kilise öğretilerinin, Hıristiyanlığın çöken komünist bloğa, Üçüncü Dünya ülkelerine ve İslâm ülkelerine taşınması için misyonerler göreve çağrılmışlardır; çok net.

***

Attilâ İlhan- Evet,. 1927'de gelmiş; gelir gelmez bir olayla karşılaşıyor. Bursa'daki bir Amerikan misyoner okulunda iki Türk kızı Hıristiyan olmuşlar, Hıristiyan oldukları için de bir olay çıkmış, Cumhuriyet Hükümeti derhal kapatmış o okulu.

Hulki Cevizoğlu- Yani Atatürk kapatmış.

Attilâ İlhan- Atatürk derhal kapatmış okulu. Mahkemeye verilmişler. Sefir, hatıralarında bunu uzun uzun yazıyor, bayağı ciddî bir mesele hâlinde yazıyor ve diyor ki, Türkler bu meselede çok kararlı görünüyorlar diyor. Gelsin şimdi görsün kararlı mıyız değil miyiz?

***

Bizde demokrasiden anlaşılan şey, birtakım taşra teşkilatlarıyla birtakım menfaat gruplarının bir araya gelmesinden ibaret.  Demokrasi aslında sınıfsal bir şeydir, sınıflar arası bir ilişkidir. Bakın Batı Avrupa'ya, bu böyledir; bugün hâlâ öyledir.

***

"kalabalıkların başı çok, beyni yoktur"

***

"Türkiye'de liberalizm ile devletçilik arasındaki fark Fransa'daki ekonomik düşünce farkı değildir, kişisel çıkar ve ulusal çıkar farkıdır."

Bizde liberallik dediğin andan itibaren ulusal fark kalkıyor ortadan, ulusallık gidiyor. Kişinin menfaati oluyor ve o servet yurt dışına çıkıyor. Yurt dışında -söylemiş daha o zaman- Nis'te köşk olur, Amerikan tahvili olur diyor.


Bütün Kaleler Zaptedilmedi Attila İlhan- Hulki Cevizoğlu

Demokrasi ve Liberalizm – Falih Rıfkı Atay

 Demokrasi ve Liberalizm – Falih Rıfkı Atay


Mustafa Kemal Yunanlılarla boğuşurken, birinci Büyük Millet Meclisinin maarif vekili Anadolu’da dört yüze yakın medrese açtı. Resim sanatını yasak etti. Birinci Büyük Millet Meclisi, Şef’in dışındaki ekseriyet havasına bakılırsa, bir ümmet meclisi idi: Müslümanlığı, Türklüğünden üstündü. Eğer ihtilal Şefi bir şarklı olsaydı, Türkiye zaferden sonra, yeşil sarıklı bir Asya devleti olacaktı ve şüphesiz gene batacaktı. 


Şeriatın, edebiyatı ile, musikisi ile, Adliyesi ile, vakıfları ile, müftü ve köy hocası ile, en küçük köylere kadar sokulmuş olduğunu dün gibi hatırlatırız. Türkiye’de demokrasi Hoca ve mürteci saltanatı demektir.


Mustafa Kemal’e halifeliği kabul ettirmeye muvaffak olamayan hoca ve mürteciler, Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra, liberalizm ve demokrasi bayrağını açtılar. İsyan etseler Şeyh Sait gibi öldürüleceklerine şüphe yoktu. Çünkü Şef ve zafer bizimdi. Bunlar için yol uysal ve uygun, fırka saflarına sinip yavaş yavaş, Sayı ve Taviz siperlerini hazırlamaktı. Şeriat’ın ismini Ahlâk, Ümmet’in ismini Millet koyarak ahlâk ve millet namına, şeriat ve ümmet müessesesinin kapılarını az çok açık tutmaya çalışacaklardı. 


Yeni Türkiye’de yalnız hoca ve mürtecilere karşı harp açılmış değildi. Bir de Galata vardı. Galata kelimesi kapitülasyon ecnebiliği, yahut bu ecnebiliğin simsarlığı demektir. Liberalizmin iktisat sancağı onların elinde idi:

– Sermayeye kapılarınızı açınız. Ekalliyetlere karşı Anadolu’daki tahditleri kaldırınız. Ferdi serbest bırakınız ve devleti işe karıştırmayınız, diyorlardı. 


Ankara ve Anadolu ancak böylelikle yeniden fethedilecek, Osmanlı İmparatorluğunun sadece ismi ve merkezi değişmiş olacaktı. Turan Türkiyesine karşı:

– Hoca ve mürteciler

– Tanzimat ve Babıâli

– Galata

hep birlikte liberalizm ve demokrasi kazanını kaldırdılar. Sorarım size, Yunan ordusu ile İzmit’te elele tutuşan Kuvayı İnzibatiye‘nin kadrosunda da bu üç unsuru bulamaz mısınız ? Cumhuriyet kendini saltanata, mektep kendini medreseye, layık kendini şeriate, kanunu medenî kendini mecelleye nasıl kontrol ettirebilir ? Ve böyle bir kontrol cihazı kurulduktan sonra:

– İşte demokrasi ! diye nasıl avunulabilir ?


İktisatta liberalizm, Türkiye kapılarını tekrar, ecnebî ve kilise finans ve ticaret soygunculuğuna açmak demektir. 


Bir memleketin beynelmilel iktisadi mekanizması içinde kıymeti, herhangi bir millet veya sınıf tarafından işletilmesinde veya soyulmasında değil, kendi milleti tarafından işletilip zenginleştirilerek, büyük bir mübadele ve muvazene unsuru olabilmesindedir.


Almanlar Bergama’yı kazdıkları zaman, Sultan Hamid’e, hafriyatın medenîlik alâmeti olduğunu iyi anlatmışlardı. Fakat Türk toprağının bütün haznesi, şimdi Berlin’dedir. Keşke Bergama kazılmasaydı ! Gerçi Bergama köylüleri bir miktar rençper gündeliğinden mahrum kalırdı, fakat Bergama bizde kalırdı. 


Biz de hafriyat yaptırmıyor değiliz, ancak toprağımızın altındakini toprağımızın üstündeki müzelerimize taşıyoruz. Bu memleketten kazanılan paranın ne olacağını düşünmeye benim hakkım vardır. Bir memleketin ormanlarının, madenlerinin nihayet bir yekûn kıymeti vardır. Bu kıymet realize olduktan sonra, gidip Nis köşklerine, Amerika eshamlarına, Paris apartmanlarına kalbolacaksa, neden memnun olayım ?


Bu servet, sahip arar gibi gömülü olduğu yerde de kalamaz. Onu biz, devlet ve halk, faydası en çok bize kalarak işleteceğiz. Nasıl ? Bu sualin cevabını devletçilik prensibinden buluyoruz. 


Ben tek fırkacıyım: Çünkü başka türlü memleket iki, üç, dört siyasi fırkaya değil, iki medeniyete bölünür. Ben devletçiyim: Çünkü başka türlü Türk, Afrika yerlisi şartlarından kurtulamaz. Türk milletini bugünkü yüksek milletler seviyesine çıkarmakta, ancak Türk evlâtlarının menfaati vardır.

Size:

– Devlet nedir ?

– Millet nedir ?

diye sorsam, hemen mektep kitabından aklınızda kalanı bana okursunuz.

Fakat size:

– Türk devleti nedir ?

– Türk ferdi nedir ?

diye sorsam, düşünmeye mecbur kalırsınız.


Devletçiliğin iktisat kitaplarındaki tenkidi, fertçiliğin tenkidi gibi, bize uymaz. Türk ferdi, nice senelerden beri ecnebî ve kilise ferdi ile rekabet edebilmek kabiliyetlerinden mahrum bırakılmıştır. Türk ferdinin kahramanlıkta bir eksik tarafı olmadığına şüphe yoktur: Ancak onu silahsız olarak top tüfek ağzına süremezsiniz. Türkiye’de rekabet serbestliği demek, Türk ferdini yendirmek demektir. Türkiye’de zaptiye-devlet, tahsildar-devlet, müstehlik-devlet kalktı: onun yerine baba-devlet, hoca-devlet, kılavuz-devlet, kardeş-devlet, müstahsil-devlet geldi.


Ben devleti böyle ve devletçiliği onun aynı zamanda rehberliği manasına alanlardanım. 


Bana devletin şu veya bu teşebbüste muvaffık olup olmadığından bahsedenlere, Türk ferdinin muvaffak olmadığı işleri saymalarını tavsiye ederim. Her gün Ankara sokaklarında batan fertlerle karşılaşıyoruz.


Biz de devlet ve millet tamamlığı, bir devlet-millet ve bir millet-devlet istiyoruz. Millî sermaye damarlarımızın kanı kadar Türk olmalıdır.


Dünya buhranının daha ilk günlerinde, sıkıyı gören demokrasiler liberalizmi terkettiler. Acaba dünya buhranı, Türk milletinin medeniyet buhranından daha mı ağırdır ? Lozan Türkiyesinde Türk milleti kültürce yetişmiş ve olmuş değil, yetişecek ve olacak bir millet idi. Ona, yetişmis ve olmuş milletlerin kanunları değil, yetişecek ve olduracak bir devlet organizması lâzımdı.


Bu hakikat herkesin içindedir. Ancak politika ve menfaat kaygusudur ki insanları bu hakikatın tersini söylemeye sevkeder.


Bir memleket yalanla idare edilemez.


Faşizm, İtalyan milletini Latin geriliğinden kurtararak şimalleştirmek için bir terbiye diktatoryası kurdu. Herkese sorarım: Daha on iki sene evvel Maarif Vekilinin dört yüz medrese açabildiği ve resmi yasak edebildiği bir memleket halkı demokrasinin anarşi cehennemine nasıl atılabilir ?

Herkesten sorarım: Daha yirmi sene evvel bir tek Türk kunduracısının Türk milletinde uyanışına misal gösterilmediği, bir tek Türk mahallesinde bakkal olmadığı, daha on sene evvel Kütahyalıların:

– Hristiyanlar gitti ! Şimdi arabamızı kime tamir ettireceğiz ? Biza san’at ehli muhacır yollayınız,

diye boyun büktüğü bir memlekette iktisadî istiklal yetiştirmesi nasıl yapılabilir ? 

Bugün Kütahya’nın bütün atölyeleri ve dükkânları Türktür, niçin:

Türkiye’de liberalizm ve Devletçilik sistemleri arasındaki fark, Fransa’daki iktisadî meslek farkı değildir. Şahsî menfaat ve millî ideal farklıdır. Liberalizm, Türkiye’yi kapitülasyonlara ve Türk milletini iktisadî köleliğe götürür.


Bu dava daha uzun seneler sürecek, her demagog, demokrasi ve liberalizm sancağının direğine sarılacaktır. Onun için Politika’ları neşrediyorum. Çünkü bugün de tazedirler, yarın da eskimeyeceklerdir.


1921’de yazdığım günlük fıkralar arasından seçerek kitaba koyduğum bir Mayıs yazısı ile, daha geçenlerde 1933’te yazıp bu kitabın sonundaki yazılarımı okuyunuz. Benim için millî istiklal kavgasının nasıl devam edegeldiğini göreceksiniz. Siyasi istiklal kavgası İzmir ve Lozan’da bitti. İktisadî istiklal kavgası, Türkiye baştanbaşa Türk eliyle işletilinceye kadar sürecektir.


Demokrasi Ankara’ya Babıâli’yi, liberalizm Galata’yı getirir.


Ben Kuvayi Milliye davası içindeyim. O zamanı unutmuş olanlara şu fıkrayı anlatmak isterim: İsa öldükten 60 sene sonra Sayda ve Surda onun şeriatı Roma’da bozulmuş olduğunu söyleyerek, tıpkı İsa gibi yaşamaya başlayan hristiyanlar türemişti. Romalılar bunları hristiyanlıkta bid’at çıkarıyor diye astılar.

Çünkü hristiyanlık Romalı olmuştu.


Kuvayı Milliyeyi Galata’nın soysuzluğundan koruyacağız !


Falih Rıfkı Atay

(Eski saat, 1933)


Müstehlik = (Arapça “helak” ten) sarf eden, yiyip bitiren, tüketici

müstahsil = Üretici, yetiştirici, sağlayıcı

Hoca Nasrettin ve Timur hikayesi nasıl gerçek oldu?


Okulda kermes düzenleniyor ve bin lira toplanıyor. Bu paraya çeşitli yazarlardan kitaplar alıyorlar. Kitapları alınan yazarlardan biri her yazısında Cumhuriyet'e sövüp sayan bir kişi.


Muhalefet ediyorum bu duruma. Durumu öğrenen müdür ve bazı zevat atıp tutuyor, böyle birinin kitaplarına izin veremeyiz vs.diyor.


Sonuç...


Yazı denetleme kurulu toplanıyor, ben şerhimi düşüyorum. Cumhuriyet karşıtlığı açık olan birinin okullarda kitaplarının bulunmasını uygun bulmuyorum, diye yazıyor ve imzalıyorum. Ayrıca dinî değerleri tahkir ve tezyif eden kişilerin de okullarda kitaplarının bulunmaması gerektiğini konuşmamda ısrarla belirtiyorum.


Toplamda 3 kişiyiz. Milliyetçi geçinen zat boş imza atıyor. Diğerinden, hızlı, atak ve sosyal demokrat arkadaştan, tık yok. Sorduğumda konuyu avukata danışıp imza atacağını söylüyor. Nihayetinde muhalefet şerhi düşmediğini öğreniyorum.


Bu durumda Timur'un fillerinden şikayetçi köylülerin Nasrettin Hoca'yı yarı yolda yalnız bırakmaları gibi yalnız bırakılmış oluyorum.


Gelelim milliyetçi geçinen zata...


Bana sayısı azaltılması gereken arkadaş, diyor. Ben de ona yaşından başından da utanmıyorsun, yakında gaz odaları da kurarsınız, diyorum. Sonra kem küm ediyor. Aslında bunlar dindar değil vs. gibi edebiyatlara kalkarak konu değiştiriyor.


Anlattıklarının bahsi diğer olduğunu belirterek çocuklarının seküler bir hayat yaşayıp yaşamadığını soruyorum. Seküler bir hayat yaşadıklarını söyleyince yakında cuma namazına gidip gitmedikleri takip edildiğinde görüşürüz, diyorum.


Ne diyeyim...Bu ülkede suların ışıması epeyi gecikeceğe benziyor!..


Sb 3/01/2020

Dersim isyanında zehirli gaz kullanıldı mı?


Konuyu Cengiz Özakıncı'nın araştırmaları doğrultusunda özetlemeye çalışacağım.


1.Zehirli gaz iddialarının dönemin dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in 80'li yılların sonlarında verdiği bir röportajın 2008 veya 2009'da Youtube'ta yayımlanmasıyla ayyuka çıktığını görüyoruz. Röportajın tamamı değil sadece bir kısmı yayımlanıyor. Röportajın tamamı 2016'da yayımlanıyor ve orada bunların birtakım rivayetler olduğu söyleniyor. İlginç taraflardan biri bu röportajda soruları soranlardan biri Dersimlilliğiyle maruf Kemal Kılıçdaroğlu.


2. O yıllarda, 1935'te İtalya Habeşistan'ı zehirli gazla işgal ettiği için tüm dünyada infial yaratıyor ve Türkiye de dahil olmak üzere her yerde gösteriler düzenleniyor.


Türkiye İngiltere'den zehirli gazlarla ilgili savunma/korunma amaçlı yardım talep ediyor. Bu talep dahi olumlu karşılanmıyor. O yıllarda İngiltere, İtalya ve Almanya zehirli gaz üretebiliyor ve Türkiye değil zehirli gaz savunma amaçlı bilgi dahi alamıyor. Çünkü çıkacak dünya savaşı bu ülkeleri, ellerindeki silahı başkalarına verme konusunda temkinli davranmaya itiyor.


Özetle, Türk ordusunun elinde İngiltere ile yazışmalardan da anlaşılacağı üzere değil zehirli gaz bunlara karşı savunma amaçlı bir tane deneyimli isim dahi yoktur. Hal bu iken nerden, nasıl bu gazlar temin edilip kullanılmıştır?Anlaşılıyor ki amaç Türkiye'yi bu konuda da uluslararası camialarda zor duruma düşürmektir.


Buradaki isyanda isyancılar siper amaçlı çoluğu çocuğuyla mağaralara kapanmıştır. Bunları saklandıkları yerlerden çıkarmak amacıyla mağaraların önünde ateşler yakılmış bu ateşlerin dumanlarından zehirlenerek ölenler vardır. Mevzu budur.


Bu isyanın bastırılmasının yakın zamanlardaki hendek savaşının bastırılmasından bir farkı yoktur. Yani devletimiz haklıdır, yaygaraya gere yoktur.

Daha ayrıntılı bilgiye aşağıdaki linklerden ulaşılabilir.

Sb 5.1.2020


https://youtu.be/uuHRijTRM08


https://veryansintv.com/cengiz-ozakinci-alman-devlet-televizyonunun-ataturke-yonelik-dersim-iftiralarini-belgelerle-curutuyor/

Oltadaki Balık

 Türk dostu (!) olarak tanınan Richard Perle'nin bir söyleşideki sözleriyle, Türkiye'nin Ortadoğu'da emperyalizmin bekçiliğine uygun görüldüğünü çekinmeden söylediği, yine bir başka Türk dostu (!) eski ABD Türkiye Büyükelçisi Mc Ghee'nin Türkiye'nin sürekli yardım isteğini biraz alaycı bir biçimle söyledikten sonra "bereket ne Türkler köle, ne de Amerikalılar aptaldı." sözleriyle bize ders verdiği anlaşılmaktadır.


Amerika iç ve dış siyasasını çokuluslu şirketlerin çıkarlarına göre düzenlendiği, emperyalizmin sömürü ilkelerinin de bu şirketlerce saptandığı, Rockefeller'in Başkan Eisenhower’a yazdığı 1956 tarihli bir mektup ve daha başka belgelerle değerlendirilmekte ve Rockefeller'in bu mektubunda Türkiye'nin OLTAYA YAKALANMIŞ BALIK olduğu, bu nedenle de yeme gereksinimi bulunmadığı açıklanmaktadır.


Demek Orhan Veli'nin dediği gibi, rakı şişesinde değil de, bir de oltada balık olmak var, bu uçsuz bucaksız sömürü düzeninde. Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinimi yoktur! Öyle ya... Zokayı yutan balık yemi neylesin!.. Rıfat Ilgaz, Emin Değer'in Oltadaki Balık kitabının sunuş yazısından

Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Burası benimdir” diyen

 " Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara “Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz” diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı." 

~Jean Jacgues ROUSSEAU

Akif'e Dair- Dücane Cündioğlu'ndan

 Marş, yürürken okunmak için yazılmış ezgilerin adı.


Ma­reşal kelimesi de aynı köktendir.


Çok ilginçtir ki arabaların hareketi de yürümek olarak tanım­ lanmıştır. Arabalar yürür. Arabaların marşına basılır. Marş pedalına  basılır. Marş basar veya basmaz; eğer basarsa, araba yürür. Ara­ baların hareketi/yürüyüşü kendi iradeleriyle olmadığı için, ister-is­ temez arabaların marşma basılması, yani arabaların hareket ettiril­ mesi gerekir. Basitçe söylenecek olursa, gerçekte arabalar h,weket  etmezler, hareket ettirilider.  Askeri birimlerin yürüyüşü/hareketi de yürüyenierin değil, yurü­ tenlerin iradesine bağlıdır.  Komutan ·Marşi' deyince bölük yürür, 'Dur!' deyince durur.  Durmak ve yürümek yürüyenierin isteğine bırakılmamıştır. Komuta  bağlıdır. Komutanın komutuna.  Kimse tek başına uygun adım yürüyemez. Uygunluk, kişinin  kendi adımları arasında de!],ildir sadece. Kişi, yanında yürüyenierin  attıkları adımlara da uyum göstermelidir.


***

İstiklal Marşı, duran değil, yürüyen, hareket eden, mücadele  eden bir toplumun, direnen, karşı koyan, savaşan bir milletin des­ tanı olmak üzere kaleme alınmıştı.  Türkler durmuyorlardı, geri çekilmiyorlardı, dinlenmiyorlardı,  peki ya ne yapıyorlardı?  Mücadele ediyorlardı, direniyorlardı, savaşıyorlardı. İstiklal için  yürüyorlardı. İstiklal Marşı bu yürüyüşün destanı, bu destanın şai­ riyse bu yürüyüşün vicdanı idi.  İstiklal Marşı Milli Mücadele'nin ruhunu temsil ve tefsir eder.  Millet bu mücadelenin vücudu ise, İstiklal Marşı'nda dile gelen haki­ kat o mücadelenin ruhudur.

Bir şaman öğretisi şöyle der :

 Bir şaman öğretisi şöyle der :


" Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.."


Nehirler kendi suyunu içemez...

Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez...

Güneş kendisi için ısıtmaz...

Ay kendisi için parlamaz...

Çiçekler kendileri için kokmaz...

Toprak kendisi için doğurmaz...

Rüzgar kendisi için esmez...

Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz.

Doğanın anayasasında ilk madde şudur...

Her şey birbiri için yaşar..

Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur..

Eski çağlardan süre gelen bir anlayıştı bu..

Bütünlüğü anlatırdı..

Özü iki cümleydi..

“ Ben biz olduğumuz zaman Ben olurum.”


“ Ben, ben olduğum için sen, sensin.."

Gelenekçi insanın ekmeğini çıkardığı toprak yalnızca bir toprak parçasından ibaret değildir...

 “Gelenekçi insanın ekmeğini çıkardığı toprak yalnızca bir toprak parçasından ibaret değildir, aynı zamanda çocuklarının oynadığı, ata mirası saydığı bir yerdir. Gönül bağı kurmak tam da böyle bir şeydir. Fakat modern insan aynı toprak parçasına bir gayrimenkul yatırımı gözüyle bakarak en çok para veren müşteriye bir an bile tereddüt etmeden satabilir."

Sabri Ülgener

Teknoloji Bağımlılığında Eğitimin Önemi


Saygıdeğer büyüklerim, değerli jüri ve sevgili izleyiciler...

***

Bilindiği üzere semavi dinlerde insanın hikayesi cennette başlar. 


Tanrı Adem'le Havva'ya bir meyveyi yemelerini yasaklar. 


Burada bu yasağı neden koyduğu açıklanmaz. 


Bütün yasaklamalarda gördüğümüz şeyi burada da görürüz. O meyve yenmiş yasak da delinmiştir. 


Sonunda Ademle Havva cennetten kovulur. 


Bu metaforik hikayeden anlaşılacağı üzere

insan, doğası gereği yasaklara başkaldırma eğilimi içerisindedir. 


***


İşte bu nedenle onda istendik davranış için ikna yoluna gidilmelidir. İkna da  zihinsel bir süreçle mümkündür. Bu da etkili bir eğitimle sağlanabilir.


***


Çağımızın en büyük bağımlılıklarından biri olan teknoloji bağımlılığı sorununa salt yasaklamayla çözüm üretebileceğini düşünenler büyük bir yanılgı içindedirler.


Eğer bu doğru olsaydı yasalar yapılır, yasaların öngördüğü yasak ve cezalandırmalarla ideal toplum düzenine ulaşılırdı. 


Halbuki gerçek hiç de böyle değildir.


***


Toplumlar, yasa yapan ve o yasaların gereğini yerine getiren kurumların bütçelerinin toplamından fazlasını eğitime ayırmaktadır. 


Bu keyfi bir durum değildir.


Ülkemizde, içinde bulunduğumuz yılda bütçeden pay ayrılan ilk 10 kurum arasında Milli Eğitim Bakanlığı 125.4 milyar TL ile 3. sırada yer almaktadır. Buna karşılık Adalet Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün toplam bütçesi 58.7 milyar Türk lirasıdır.


Buradan rahatlıkla anlaşılacağı üzere modern toplumlar sorunlarını öncelikle eğitimle çözmeyi amaçlamaktadır. 


***


Yasaklamalar sorunları kısa vadede çözüyormuş gibi görünür. Uzun vadede sorunu çözmek için bilinçlenme şarttır.


Teknoloji bağımlılığının içinde birtakım bağımlılıklar akla gelmektedir. 


Bunlardan biri belki de en önemlisi bilgisayarda/telefonda oyun bağımlılığı. 


Buna evde yasak getirebilirsiniz ama çocuğun bir süre sonra ya sizi ikna edeceğini ya da sizden gizli bir internet kafenin yolunu tutacağını tahmin etmek güç değildir.


Bu durumda  çözüm, yasaklamak yerine kişiyi veya çocuğu bilgisayarda oyun oynamanın zararları konusunda ikna etmek ve çocukla etkili, eğitici, hoş zamanlar geçirmeye çalışmaktır.


***


Kısaca modern zamanlarda yaşıyoruz birtakım köhne yöntemlerle, yapma, etme döverim vs. söylemlerle sorunlara çözüm üretmek artık çok gerilerde kaldı. 


Hem az verme hırsız çok söyleme arsız edersin, diye boşuna söylenmemiştir. 


Yanlış anlaşılmasın buradaki çok söyleme ifadesi tekdir etme, azarlama, uyarma, yasaklama, emir verip durma anlamındadır.


***


Ayrıca yasaklama demokrasinin ruhuna da aykırıdır.


Demokrasilerde ikna yöntemi esas olup totaliter ve otoriter rejimlerde ise yukarıdan aşağıya direktifler esastır. 


Bir konuda otoriter bir gücün emir ve direktifiyle yapıp etmeler huzur, mutluluk ve güven ortamını bozar. 


Eğitim yoluyla ikna edip yapıp etmeler ise huzur, mutluluk ve güven ortamını tesis edeceğinden çok önemlidir.


***


Bu düşüncelerden hareketle her ev, okul, sınıf veya bir arkadaş grubu mini bir devlet gibi düşünülebilir. 


İçinde yaşadığınız ev, okul, sınıf veya arkadaş grubunuzun nasıl olmasını isterdiniz? 


Orada sevilen, görüşlerine başvurulan kısaca tabir yerindeyse adam yerine konulduğunuz bir ortam mı olsun istersiniz ya da tam tersine adam yerine konulmadığınız, önemsenmediğiniz kendinizi bir sığıntı gibi hissettiğiniz bir ortam mı olsun isterdiniz?


Takdir edersiniz ki ilkini tercih edersiniz. Açıkçası burada rakibimizin cevabının bizimkinden farklı olup olmadığını bilmek isteriz.


Daha önce de dediğim gibi yasak, sorunu geçici bir süreyle çözüyormuş gibi görünür. Ama asla çözmez.


Sözgelimi birbirine zıt yöntemleri olan iki öğretmen düşünelim.


Biri gayet demokrat olsun.Yasaklamalarla, tehditlerle değil konuşarak, ikna ederek ders düzenini sağlayıp derse de öğrencilerin aktif katılımı için elinden gelen tüm çabayı sarf ediyor. 


Diğeri de bağırmayı, tehdit etmeyi bir yöntem olarak seçiyor.


Sorarım size. Siz hangi öğretmenin dersine girmek isterdiniz? Hangi öğretmenin dersinde kendinizi daha güvende hissedersiniz? Sanırım rakibimiz de bu suale ilki diyecektir. 


Çünkü aklın yolu birdir!!!


Konuşmama son verirken teknoloji bağımlılığını önlemede bütün bu söylediklerime ek olarak sorunu çözemediğimiz durumlarda profesyonel yardım almayı da ihmal etmemeliyiz, diyor hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.


Sb 11/2/2020

Not:Münazara yarışması için yazıldı metin kullanıldı yarışmada bir üst tura geçildi.

Napolyon İtalya'ya yaklaşırken...

 "Napolyon İtalya'ya yaklaşırken İtalyan bir entelektüele ne yapalım, diye sorarlar. O da okul açın, der. Efendim yanlış anladınız galiba adam üzerimize doğru geliyor, demişler. Ee, tamam işte okul açın, demiş. 1. Napolyon'a bir şey yapamazsınız ama en azından 3. Napolyon'a bir önlem alırsınız." (Avni Özgürel'den İdlip meselesinde Rusya'nın bize karşı tavrı sebebiyle...)

Sosyal medyanın yararları...

 Sayın büyüklerim, değerli jüri, sevgili izleyiciler...


Günümüz dünyasının vazgeçilmez bir parçası olan sosyal medya birçok alanda bize çok önemli faydalar sağlıyor.


Bize göre sosyal medyanın yararları saymakla bitmez. Şimdi müsaadenizle bunları tek tek sıralayacağız:


1.Ders amaçlı Whatsapp grubu oluşturup oradan öğretmenlerimize sorular sorabiliriz ve sormuşuzdur da...


2. Herhangi bir konuda- ders olabilir,  sağlık olabilir- Youtubetan uzman kişilerden bilgi alabiliriz. Sanıyorum bu salonda bulunan herkes sosyal medyayı bu amaçla en az bir defa olsun kullanmıştır.


3.Bildiğiniz üzere kısa bir zaman önce kar yağışı nedeniyle okullar tatil edildi. Herkes sosyal medya sayesinde evinde haberini aldı. Eğer sosyal medya kullanılmasaydı büyük bir meşakkatle herkes okula gidecek oradan öğrenecekti.


4.Çok kısa bir süre içinde uzun zamandır görmediğiniz arkadaşınızı bulabilir ve sosyal medya sayesinde kendisiyle kontakt kurabilirsiniz.


5.Yıllardır hoşlandığınız, beğendiğiniz insanla yüz yüze bir araya gelme şansını sosyal medya ile çabucak gerçekleştirebilirsiniz.


6.Uzakta kalmış olsanız bile arkadaşlarınızın hayatlarını onların sosyal medya hesaplarından takip edebilir ve sohbet edebilirsiniz.


7.Canınız sıkıldığında yüzlerce uygulama ya da oyun bulabilirsiniz.


8.Bir sosyal medya kampanyası aracılığı ile herhangi bir konuda sesinizi herkese duyurabilirsiniz.


9. Eğer esnaf iseniz müşteri potansiyelinizi arttırabilir sosyal medyada işinizi tanıtabilirsiniz…


10.Sosyal Medya Pazarlaması üzerine yoğunlaşarak kendinize yeni bir gelir kapısı açabilirsiniz.


11.Markalar hakkında daha fazla bilgiye sahip olabilir çeşitlilik ve güncellikten hızlıca haberdar olabilir ve indirimleri takip edebilirsiniz.


Bunları daha da arttırmak mümkün.


Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki sosyal medya çağın en büyük gereksinimlerinden biridir ve faydaları bütün bir insanlığı kuşatmıştır.


Toplumlar tarih boyunca birtakım güç odaklarının yönlendirmelerine açık olmuştur. Bu, bir tür bilgi tekeli sayesinde olabilmiştir.


Bugün sosyal medya sayesinde bu bilgi tekeli kırılmış olup güç odaklarının kendi çıkarlarına göre gerçekleri kolayca eğip bükmeleri mümkün olmaktan çıkmıştır.


Çağın ruhundan söz ediyorum. Çağın ruhu dizginlenemezlik, boyunduruk altına alınamazlıktır. Bunu sağlayan da hiç şüpheniz olmasın sosyal medyadır.


Bu da demek oluyor ki artık sosyal medya sayesinde toplumlar daha şeffaf, daha demokratik olacaktır. Bu bir zorunluluktur.


Konuşmamı bitirirken rakibimize birkaç soru sormak isteririz, cevap verirlerse seviniriz. 


Sosyal medya kullanmak zararlıdır, diyorsunuz. Bu durumda sosyal medya hesabınızın olmaması gerekir. 


Soruyorum, bir sosyal medya hesabınız var mıdır? Varsa bu bir çelişki değil mi? 


Şayet yoksa ve bugüne kadar hiç sosyal medya kullanmadıysanız bu da yaşadığınız çağın dışında yaşamak değil midir?

 

Bizce sosyal medya kullanmak zararlıdır deyip kullanmayanların durumu otomobil varken atlı arabada ısrar etmeye veya kaza riski var diye araba kullanmayı reddetmeye benziyor.


Saygılar sunarım...


Sb 18/02/2020

Not: Münazara yarışması için yazıldı metin kullanılmadı yarışmada bir üst tura geçilemedi.

mücadele günü geldiğinde kendi emniyetini düşünen insanlara dikkat edin

 Bir Fransız devrimcisi şöyle der, mücadele günü geldiğinde kendi emniyetini düşünen insanlara dikkat edin muhtemelen ilk hain onların arasından çıkacaktır. 

Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Kamil Bey

Pozitivist aydınlanma yetmiyor!..

 “Alevi'nin kimi aydınlanmışı HDP'li, Kürt'ün bir kısım aydınlanmışı PKK'lı, oluyor. Buna karşılık Sünni'nin çoğu aydınlanmışı ise Cumhuriyetçi ve laik oluyor." Sb 16/4/2020 01:09

Bir günde ne kadar yemelidir?

 Bilge bir hekime sorulur:

"Bir günde ne kadar yemelidir?" Hekimin cevabı:

"Yüz dirhem ağırlığınca yeterlidir"

Soruyu soran:

"Bu kadar yemek az değil mi; İnsana ne kuvvet verebilir?"

Hekim:

"Bu kadarı seni taşır; bundan fazlasını ise sen sırtında taşırsın."

| Gülistan, Sadi Şirazi

İşte benim idarecilik maceram!..

İşte benim idarecilik maceram!.. Hani şair benim bir de İstanbul maceram var, der ya işte o hesap benim de idarecilik maceram var. Şairin ma...