Dünyanın hiçbir yerinde kurucu felsefeler sandık demokrasileriyle değişmez, değiştirilemez. Bu durum Avrupa için de dünyanın başka ülkeleri için de böyledir. Sistemin dışındaki partilere geçit verilmez, verilemez.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de kimi partilerin kapatma davalarında anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama son 10 yıldır ülkemizde ne hikmetse laiklik karşıtı ve ayrılıkçı düşünceleri temsil eden partilerin seçimlere girmeleri ve tabiatıyla mecliste yer almaları ve hatta iktidar olmaları mümkün olabilmektedir.
Bu düşüncelere kimi "ileri demokratlar" itiraz edebilir, beni demokrasi karşıtı olarak gösterebilirler. Onlara şunu söylemem gerekir, genel başkanlarınızın belirlediği kişileri onaylamaktan başka demokrasiden anladığınız bir şey var mıdır? Varsa düşüncelerinizi yazın da bilelim. Böylelerinin demokratlığı birilerinin cebini doldururken o birilerini uzaktan yalnızca ağzı sulanarak izlemekten ibaret olmasın.
Bu görüşlere tek ciddi çıkış yıllar önce merhum Erbakan'dan gelmişti. Erbakan, muhafazakar bir partinin iktidara gelme sorunsalı karşısında, "Kanlı mı olacak kansız mı?" demişti.
Bilindiği üzere Erbakan bu sözü kurduğu partilerinin sürekli kapatılması bağlamında söyledi. Ya da rivayete göre seçimleri kazandıkları bir beldede kanlı bir olay çıkması üzerine.
Neyse ne. Fark eden bir şey yok. Anlaşılan o ki dini hassasiyeti olan geniş kitle kendini 10 yıllarca siyaset zemininde ifade edemedi. Sıkıntı da buradan kaynaklandı.
Çözüm: Bu geniş kitleye yıllarca nasıl aldatıldıklarını, Cumhuriyet'in kurucularına yönelik karalama kampanyalarının gerçeği yansıtmadığını anlatmaktan geçer. Yani kısaca bu geniş kitlenin aydınlatılarak sisteme entegrasyonundan.
Mustafa Kemal'in bir düşman değil bilakis Anadolu denilen bir avuç vatan parçasını düşman işgalinden kurtaran, ardından da bununla yetinmeyip yüzyıllardır süren zihin işgalinden de (eski tabirle söylersek "etrak-ı bi-idrakı" idraksizlikten!) kurtarma sevdasına düşmüş Türk evlatlarının en civan merdi olduğunu defaatle bıkmadan usanmadan anlatmak gerekir.
Başka ülkelerde olsa böyle bir yiğit, aydın kişi o milletin kâffesi tarafından medar-ı iftihar kabul edilirdi. Ama bizim ülkemizde hakkında denmedik laf bırakılmadı.
Bu meseleler aziz milletimize çok iyi anlatılmalı. Milletimiz dinini bile Atatürk Türkiye'sine borçlu olduğunu unutmamalı. Bu iddiamın doğruluğu için Şevket Süreyya Aydemir'in Suyu Arayan Adam adlı otobiyografik romanına ve Kemal Tahir'in tüm romanlarına bakılabilir.
O romanlarda Osmanlı bakiyesi milletimizin dinen de ne kadar cahil bırakıldığı anlaşılacaktır.
Ez cümle milliyetçi muhafazakâr kesim Cumhuriyetle elde ettiğimiz kazanımlara sımsıkı sarılmalı, demokrasinin gerçekte ne olduğunu anlayarak ayrılıkçı parti ve zihniyetlere ve kişilere gerekli cevabı meydanlarda ve seçim sandıklarında vermekte bir saniye dahi tereddüt etmemeli.
Sonra… Sonra bir daha Türkiye Cumhuriyeti devletinin beka sorunu yaşamaması için hukuk sistemi ve Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandırılmalı.
Eğer aksi düşünülüyorsa içimizdeki Truva atlarına Erbakan’ın sözünü söylemek geliyor aklıma. Korkarım ki gene dövüşmekten başka bir yol kalmayacak. Bu sefer Yunan’la değil içimizdeki emperyalist uşaklarıyla…
sb12/03/2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder