Demokrasi ve Liberalizm – Falih Rıfkı Atay
Mustafa Kemal Yunanlılarla boğuşurken, birinci Büyük Millet Meclisinin maarif vekili Anadolu’da dört yüze yakın medrese açtı. Resim sanatını yasak etti. Birinci Büyük Millet Meclisi, Şef’in dışındaki ekseriyet havasına bakılırsa, bir ümmet meclisi idi: Müslümanlığı, Türklüğünden üstündü. Eğer ihtilal Şefi bir şarklı olsaydı, Türkiye zaferden sonra, yeşil sarıklı bir Asya devleti olacaktı ve şüphesiz gene batacaktı.
Şeriatın, edebiyatı ile, musikisi ile, Adliyesi ile, vakıfları ile, müftü ve köy hocası ile, en küçük köylere kadar sokulmuş olduğunu dün gibi hatırlatırız. Türkiye’de demokrasi Hoca ve mürteci saltanatı demektir.
Mustafa Kemal’e halifeliği kabul ettirmeye muvaffak olamayan hoca ve mürteciler, Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra, liberalizm ve demokrasi bayrağını açtılar. İsyan etseler Şeyh Sait gibi öldürüleceklerine şüphe yoktu. Çünkü Şef ve zafer bizimdi. Bunlar için yol uysal ve uygun, fırka saflarına sinip yavaş yavaş, Sayı ve Taviz siperlerini hazırlamaktı. Şeriat’ın ismini Ahlâk, Ümmet’in ismini Millet koyarak ahlâk ve millet namına, şeriat ve ümmet müessesesinin kapılarını az çok açık tutmaya çalışacaklardı.
Yeni Türkiye’de yalnız hoca ve mürtecilere karşı harp açılmış değildi. Bir de Galata vardı. Galata kelimesi kapitülasyon ecnebiliği, yahut bu ecnebiliğin simsarlığı demektir. Liberalizmin iktisat sancağı onların elinde idi:
– Sermayeye kapılarınızı açınız. Ekalliyetlere karşı Anadolu’daki tahditleri kaldırınız. Ferdi serbest bırakınız ve devleti işe karıştırmayınız, diyorlardı.
Ankara ve Anadolu ancak böylelikle yeniden fethedilecek, Osmanlı İmparatorluğunun sadece ismi ve merkezi değişmiş olacaktı. Turan Türkiyesine karşı:
– Hoca ve mürteciler
– Tanzimat ve Babıâli
– Galata
hep birlikte liberalizm ve demokrasi kazanını kaldırdılar. Sorarım size, Yunan ordusu ile İzmit’te elele tutuşan Kuvayı İnzibatiye‘nin kadrosunda da bu üç unsuru bulamaz mısınız ? Cumhuriyet kendini saltanata, mektep kendini medreseye, layık kendini şeriate, kanunu medenî kendini mecelleye nasıl kontrol ettirebilir ? Ve böyle bir kontrol cihazı kurulduktan sonra:
– İşte demokrasi ! diye nasıl avunulabilir ?
İktisatta liberalizm, Türkiye kapılarını tekrar, ecnebî ve kilise finans ve ticaret soygunculuğuna açmak demektir.
Bir memleketin beynelmilel iktisadi mekanizması içinde kıymeti, herhangi bir millet veya sınıf tarafından işletilmesinde veya soyulmasında değil, kendi milleti tarafından işletilip zenginleştirilerek, büyük bir mübadele ve muvazene unsuru olabilmesindedir.
Almanlar Bergama’yı kazdıkları zaman, Sultan Hamid’e, hafriyatın medenîlik alâmeti olduğunu iyi anlatmışlardı. Fakat Türk toprağının bütün haznesi, şimdi Berlin’dedir. Keşke Bergama kazılmasaydı ! Gerçi Bergama köylüleri bir miktar rençper gündeliğinden mahrum kalırdı, fakat Bergama bizde kalırdı.
Biz de hafriyat yaptırmıyor değiliz, ancak toprağımızın altındakini toprağımızın üstündeki müzelerimize taşıyoruz. Bu memleketten kazanılan paranın ne olacağını düşünmeye benim hakkım vardır. Bir memleketin ormanlarının, madenlerinin nihayet bir yekûn kıymeti vardır. Bu kıymet realize olduktan sonra, gidip Nis köşklerine, Amerika eshamlarına, Paris apartmanlarına kalbolacaksa, neden memnun olayım ?
Bu servet, sahip arar gibi gömülü olduğu yerde de kalamaz. Onu biz, devlet ve halk, faydası en çok bize kalarak işleteceğiz. Nasıl ? Bu sualin cevabını devletçilik prensibinden buluyoruz.
Ben tek fırkacıyım: Çünkü başka türlü memleket iki, üç, dört siyasi fırkaya değil, iki medeniyete bölünür. Ben devletçiyim: Çünkü başka türlü Türk, Afrika yerlisi şartlarından kurtulamaz. Türk milletini bugünkü yüksek milletler seviyesine çıkarmakta, ancak Türk evlâtlarının menfaati vardır.
Size:
– Devlet nedir ?
– Millet nedir ?
diye sorsam, hemen mektep kitabından aklınızda kalanı bana okursunuz.
Fakat size:
– Türk devleti nedir ?
– Türk ferdi nedir ?
diye sorsam, düşünmeye mecbur kalırsınız.
Devletçiliğin iktisat kitaplarındaki tenkidi, fertçiliğin tenkidi gibi, bize uymaz. Türk ferdi, nice senelerden beri ecnebî ve kilise ferdi ile rekabet edebilmek kabiliyetlerinden mahrum bırakılmıştır. Türk ferdinin kahramanlıkta bir eksik tarafı olmadığına şüphe yoktur: Ancak onu silahsız olarak top tüfek ağzına süremezsiniz. Türkiye’de rekabet serbestliği demek, Türk ferdini yendirmek demektir. Türkiye’de zaptiye-devlet, tahsildar-devlet, müstehlik-devlet kalktı: onun yerine baba-devlet, hoca-devlet, kılavuz-devlet, kardeş-devlet, müstahsil-devlet geldi.
Ben devleti böyle ve devletçiliği onun aynı zamanda rehberliği manasına alanlardanım.
Bana devletin şu veya bu teşebbüste muvaffık olup olmadığından bahsedenlere, Türk ferdinin muvaffak olmadığı işleri saymalarını tavsiye ederim. Her gün Ankara sokaklarında batan fertlerle karşılaşıyoruz.
Biz de devlet ve millet tamamlığı, bir devlet-millet ve bir millet-devlet istiyoruz. Millî sermaye damarlarımızın kanı kadar Türk olmalıdır.
Dünya buhranının daha ilk günlerinde, sıkıyı gören demokrasiler liberalizmi terkettiler. Acaba dünya buhranı, Türk milletinin medeniyet buhranından daha mı ağırdır ? Lozan Türkiyesinde Türk milleti kültürce yetişmiş ve olmuş değil, yetişecek ve olacak bir millet idi. Ona, yetişmis ve olmuş milletlerin kanunları değil, yetişecek ve olduracak bir devlet organizması lâzımdı.
Bu hakikat herkesin içindedir. Ancak politika ve menfaat kaygusudur ki insanları bu hakikatın tersini söylemeye sevkeder.
Bir memleket yalanla idare edilemez.
Faşizm, İtalyan milletini Latin geriliğinden kurtararak şimalleştirmek için bir terbiye diktatoryası kurdu. Herkese sorarım: Daha on iki sene evvel Maarif Vekilinin dört yüz medrese açabildiği ve resmi yasak edebildiği bir memleket halkı demokrasinin anarşi cehennemine nasıl atılabilir ?
Herkesten sorarım: Daha yirmi sene evvel bir tek Türk kunduracısının Türk milletinde uyanışına misal gösterilmediği, bir tek Türk mahallesinde bakkal olmadığı, daha on sene evvel Kütahyalıların:
– Hristiyanlar gitti ! Şimdi arabamızı kime tamir ettireceğiz ? Biza san’at ehli muhacır yollayınız,
diye boyun büktüğü bir memlekette iktisadî istiklal yetiştirmesi nasıl yapılabilir ?
Bugün Kütahya’nın bütün atölyeleri ve dükkânları Türktür, niçin:
Türkiye’de liberalizm ve Devletçilik sistemleri arasındaki fark, Fransa’daki iktisadî meslek farkı değildir. Şahsî menfaat ve millî ideal farklıdır. Liberalizm, Türkiye’yi kapitülasyonlara ve Türk milletini iktisadî köleliğe götürür.
Bu dava daha uzun seneler sürecek, her demagog, demokrasi ve liberalizm sancağının direğine sarılacaktır. Onun için Politika’ları neşrediyorum. Çünkü bugün de tazedirler, yarın da eskimeyeceklerdir.
1921’de yazdığım günlük fıkralar arasından seçerek kitaba koyduğum bir Mayıs yazısı ile, daha geçenlerde 1933’te yazıp bu kitabın sonundaki yazılarımı okuyunuz. Benim için millî istiklal kavgasının nasıl devam edegeldiğini göreceksiniz. Siyasi istiklal kavgası İzmir ve Lozan’da bitti. İktisadî istiklal kavgası, Türkiye baştanbaşa Türk eliyle işletilinceye kadar sürecektir.
Demokrasi Ankara’ya Babıâli’yi, liberalizm Galata’yı getirir.
Ben Kuvayi Milliye davası içindeyim. O zamanı unutmuş olanlara şu fıkrayı anlatmak isterim: İsa öldükten 60 sene sonra Sayda ve Surda onun şeriatı Roma’da bozulmuş olduğunu söyleyerek, tıpkı İsa gibi yaşamaya başlayan hristiyanlar türemişti. Romalılar bunları hristiyanlıkta bid’at çıkarıyor diye astılar.
Çünkü hristiyanlık Romalı olmuştu.
Kuvayı Milliyeyi Galata’nın soysuzluğundan koruyacağız !
Falih Rıfkı Atay
(Eski saat, 1933)
Müstehlik = (Arapça “helak” ten) sarf eden, yiyip bitiren, tüketici
müstahsil = Üretici, yetiştirici, sağlayıcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder