8 Ağustos 2025 Cuma

Modern zamanların samimiyetsiz ilişkileri üzerine...

Her düşünceden, her görüşten çok sayıda arkadaşı olmak...Bana göre bu, köşeleri olmamak, demek olup şahsiyet yokluğunu gösterir.  

Herkese mavi boncuk dağıtmak nasıl bir ruh halidir?Bunu asla anlayamam, kabul de demem. 

İnsanlar sanıldığı kadar masum değiller. Örneğin öl dese ölürüm, dediğiniz dostlarınızın bazı konularda aldıkları kararlarla sizin gibi düşünenlerin yaşam alanlarını daralttıkça daralttıklarını görebilirsiniz. Bunun için görmek istemeniz yeterlidir. 

O halde bu türlü ilişkileri sürdürmekte ısrar niye? Yoksa bir eksiklik mi kapatılmaya çalışılıyor. Sözgelimi kendine güvensizlik olabilir bu, ilgiye muhtaçlık ya da gün gelir yardımına ihtiyaç duyarım türünden bir çıkarcılık mı? 

Yaşadığımız hayatın zorunlulukları bu tür sahte, samimiyetsiz, iki yüzlü ilişkileri dayatıyor olabilir. Gene de bugünkü hayatın zorunlu ilişkileri de dahil sahteliğin her türünden nefret ederim. 

Isterim ki insanlar maske takmasınlar gene birbirleriyle ilişki kursunlar ama maske takmasınlar. Ama ne yazık maskesiz ilişkiler ise uzun ömürlü olamıyor. Varsın olmasın. Ne kaybederiz? En fazla samimiyetsiz biri daha hayatımızdan eksik olur. Bu da az şey değildir.

30/7/2025

 

BÖLÜNME SÜRECİNE DAİR

BÖLÜNME SÜRECİNE DAİR  

Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Dersimli Kemal'im dediği günlerden bu yana AKP-CHP ittifakıyla Türkiye'de üniter yapının değiştirileceğini söyleyip durmuşumdur. Bu ön görüm az bir farkla tuttu sayılır. Zaten Özgür Bey'in daha bölünme sürecinin başında "el yükseltiyorum, Kürtlere devlet vaadediyorum demesi o anda ağzından kaçırdığı bir söz değildi. Bugün bölünme komisyonuna güya bir takım çekinceler koyarak katılmaları bunun açık göstergesidir. Türkiye'yi kuran parti Türkiye'yi bölen komisyon içerisinde yer almayı kendine bir görev biliyor. Bize de kursağınızda kalsın, demek düşer. 

Birkaç kelam da MHP'ye... 

MHP'li değilim ama MHP olmazsa AKP soluğu HDP'nin yanında alır, demişliğim çoktur. Yanılmışım, Allah affetsin!..  

Vatan hainliğine giden bir sürecin içinde olduklarını kendileri de biliyor. Öyle ki AKP sözcüsü komisyonda her şeyin gizli yürütüleceğini söylüyor. Neden? Demek ki halktan gizledikleri şeyler var. 

Hak da maşallah eli kolu bağlı süreci izliyor. Sıranın kendisine gelmesini bekleyen kasaplık koyundan hiçbir farkmız yok. Bölünme komisyonu televizyondan canlı yayınlansa bile bu halkın herhangi bir şeye tepki vereceğinden emin değilim. 

Oh ne ala!.. Millet ittifakını HDP ve onun silahlı kanadı PKK'ya yakın göstererek oy al ve o aldığın oylarla DEM parti ve PKK ile ittifak kurarak ülkenin kurucu değerlerini değiştirmeye kalk. Bu nasıl bir demokrasi anlayışı?  

Tek umudum yapacakları ameliyatların bu bedene uymayacağı. Gazi Mustafa Kemal'in tüm zorluklarına rağmen kurduğu Cumhuriyet öyle ya da böyle 100 yıl sürdü, bunlarınki çeyrek asır sürmez. Çünkü bu topraklarda egemenliği etnik kökene göre paylaşmaya kalkarsanız çok kanlı savaşların fitiline ateşlersiniz. 

Cumhuriyetin uluslaşma projesi büyük oranda başarıya ulaşmışken tekrar başa dönmenin ne Türk'e ne Kürt'e hiçbir faydasının olmayacağını düşünüyorum. 

Bitirirken şu sorulara ciddiyetle cevap aramak gerekir... 

Devletin başındakiler tutsak mı ki ülkeyi 100 yıl öncesinin şartlarına götürmekte bu kadar ısrarlılar? 

Türk nasıl bir aymazlık içindedir ki kendine düşman kişileri seçip başına getirmiştir? 

Bütün bu süreçlerin başımıza gelmesinde din sömürüsünün etkisi nedir?  

Bu ülkenin namuslu dürüst insanları neden bir araya gelip güç oluştur/a/mazlar?  

İyi bir eğitim nasıl olur, buna dair bir fikrimiz var mı?

Test çözmekle tost yemekle eğitimin eğitim olmadığı gerçeğini ne zaman anlaycağız? 

31/7/2025

 

Deniz tuzlu ama

 Deniz tuzlu ama denizde yaşayan balık tuzsuz. Demek ki çevresel şartlar çok önemli değil. 

MOBLAND DİZİSİ

Kevın: Böyle savaşlara kim girer biliyor musun Harry? Çöken imparatorluklar. 

*** 

Büyük anne: Edy, satrancı sever misin? 

Edy: Yok. 

Büyük anne: 

Ben de sevmem. Çok sıkıcı. Ama oyunu kazanmak için taşlardan bazılarını feda etmen gerekir. 

Türk Ordusunu ihraç metaı addeden ulemaya açık mektup!..

Gazze'de olanları insanım diyen hiç kimsenin onaylaması mümkün değil. Tarihin en büyük soykırımlarından birinin yaşandığı da kesin. Bu vahşete ne olursa olsun bütün dünya uluslarının yüksek perdeden dur, demesi gerekir.En azından Türkiye'nin de içinde olduğu Filistin'i tanıdığını açıklayan devletlerin birlikte oluşturacağı barış gücünün Gazze'ye gönderilmesi düşünülebilir. 

Buraya kadar sorun yok sanırım. Fakat bir kısım ulemamız şöyle düşünüyor olsa gerek: "Biz Osmanlı'nın misyonunu sürdürmeliyiz çünkü o topraklar asırlardır bizim yönetimimizdeydi. Şimdi de ön alabiliriz, İsrail'e müdahale edebiliriz." 

Böyle düşünenler gördükleri rüyadan bir an evvel uyanmalılar. Nükleer caydırıcılığı olmayan ülkelerin nükleer caydırıcılığı olan ülkeler karşısında güçleri oldukça sınırlıdır. Hal böyle olunca İsrail ve benzeri nükleer caydırıcılığı olan ülkelere karşı savaşa girmek büyük bir yıkımı beraberinde getirecektir. Öncelikle bu gerçeği unutmayalım. 

Türkiye gibi bir ülkenin israil'le sıcak çatışmaya girmesi 3. Dünya Savaşı'nın başlaması demektir. Çünkü İsrail, Türkiye gibi bir ülke savaş gücünü ancak nükleer silahlarla durdurabilir. Bu durumda Allah korusun hamasi söylemlerin hiçbir işe yaramayacağı görülecektir. 

Bunun dışında şunları da ifade etmeden geçemeyeceğim: 

Her konuda olduğu gibi bu konuda da öncelik sırası tabii ki Gazze halkının soydaşlarında sonra da dindaşlarındadır. Ne yazık ki Arap ülkeleri Amerika başta olmak üzere Batı'nın uydusu konumunda. Ülkemizin durumu da bundan pek farklı değil. Malumunuz Gazze'de sürdürülen soykırımın başından itibaren uzunca bir süre İsrail ile olan ticaretimiz devam etmiş şimdi bile tamamen sıfırlanmamıştır. Ulemamızın önce bunu dert etmesi gerekir. 

Şimdi savaş çığırtkanı ulemaya sesleniyorum. Bütün derdiniz Türk askerini dehşet deryasına çekmek, ardından çıkacak 3.Dünya Savaşı'na sokmak. Emin olun Osmanlı uleması son 200 yılın savaşlarına bakıldığında herkesten çok savaş yanlısı bir çizgi takip etmiştir. Bunun çok çeşitli nedenleri tabii ki olabilir ama en önemli nedeni güç devşirmektir. Şimdi de bu Osmanlı ulemasının ardılları Türk askerini, kanı çok ucuz olmalı ki Arap topraklarında yine yeniden kan dökmeye çağırıyor.  

Böylelerine, Türk ordusunu Gazze'de İsrail'e müdahaleye çağırmazdan önce kendileri gibi cengaverlerden öncü birlikler kurmalarını ve gönüllü olarak İsrail'le savaşmalarını tavsiye ediyorum. 

Bunu yaparlarsa samimiyet testini geçmiş olacakları için kendi adıma bir daha asla bunların aleyhinde tek bir cümle dahi kurmayacağım? 

Var mısınız? 

7/8/2025

SEYAHATNAME HAKKINDA

10 ciltlik Seyahatname'de 3 milyonun üzerinde kelime 170 binin üzerinde de madde başı kelime kullanılmıştır. Yer isimleri, şahıs isimleri ayrılırsa 130-140 bin madde başı kelime yapar.  

Evliya Çelebi eserini derviş hırkasına benzetiyor.  

Malum derviş hırkası parça parça eski püskü olur ama görevini de ifa eder. Yani eserinin bir kompozisyondan mahrum olduğunu anlatmak istiyor galiba. 

https://youtu.be/Ihg_uAjK8cw?si=fGUYh3zGCwUCv2aC

Trt 2 270. Bölüm 

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Laik Soslu Din Devleti: 12 Eylül’den Bugüne Kurulan Düzenin Anatomisi

12 Eylül darbesinden sonra kurulan yönetim anlayışları ve hedefte değiştirilmesi teklif dahi edilemez üniter yapı ve laiklik üzerine

Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısının değiştirilmesi için perde arkasında oldukça fazla oyun oynandığı, hazırlık yapıldığı su götürmez bir gerçekliktir.  Artık bu oyunları gizleme gereği bile duymuyorlar. Gelinen noktada çok sürmez üniter yapı değişir. Sadece biraz daha zamana ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Üniter yapıyı değiştirmek için iktidarı etnik köken temelli paylaşmak, Türk tipi federasyona gitmek için 400 milletvekili bulunması, bu sayıya çok geçmeden ulaşılacağını tahmin ediyorum, halka 7/24 bütün kanallardan bunun propaganda edilmesi, ediliyor zaten, yeterli.

Şimdilik Türkler, Kürtler, Araplar etnik olarak Alevi ve Sünniler ise mezhepsel aidiyet olarak en üst perde/ler/den sayıldı. Diğerleri sayılmadığına göre onlara da bir terör örgütü de siz kurun, 30-40 yıl savaşın mı denilmek isteniyor, anlamış değilim. Her ne ise iktidar sahipleri bu söylemlerle tam bir cinnet hali içinde olduklarını gösterdiler. Nasıl bir tutsaklıktır, anlamadım. PKK'ya karşı verdiğimiz mücadeleyi ne zaman kaybettik. Onu da anlamak mümkün değil.

Peki ya laiklik kaldırılabilir mi? 

Buna şimdilik ihtiyaçları olmadığını düşünüyorum. İsteseler hemen bugün kaldırırlar. Çünkü onlara dur diyecek ülkede bir güç yok ama laikliğe ihtiyaçları var. 

Nasıl mı?

Devletin laik niteliği ortadan kaldırılırsa kolay kolay ihale yolsuzluğu yapılamaz, vergi de kaçırılamaz. Çünkü bunların en büyük gerekçesi devletin kafir devleti olduğu iddiasıdır. Bu nedenle Türkiye'de kamu malından hırsızlık asla hırsızlık olarak görülmez, kafir devlete zarar verme olarak algılanır. Çünkü böyle düşünenlerin kafasında ülkenin darülhap olduğu fikri vardır. Bunu 80'li ve 90'lı yılların imam-hatip kuşağı çok iyi bilmektedir. Çünkü o yıllarda Türkiye'nin darülhap olduğu fikrinde hemen hemen bütün imam hatip hocaları fikir birliği içinde idi. Bilindiği üzere darülharpte (İslam hükümlerinin yürürlükte olmadığı devlet düzeni) bir Müslüman için her şey mübah olmaktadır.

Bu nedenlerle 80'li ve 90'lı yılların mücahitleri 2000'lerde müteahhit oldular, devletten çok fazla ihale kopardılar. Bu kafa yapısındaki insanlar anayasadan laik devlet ifadesinin asla çıkmasını istemezler.  

Bu öyle güçlü bir argümandır ki siyasetçisi Harun gibi gelir, Karun olur, esnafı faturasız satış yapar, okulda branşı ilahiyat olan müdürü yapılmayan egzersizlere, işlenmeyen DYK'lara ücret öder, kendine tatile gittiği günlerde ek ders yazar, buna karşı çıkana hep birlikte cephe alınır. Ah ülkem vah ülkem. Ülke hırsızlar cenneti maşallah!.. 

Gene bu zevat için devletin şeriat devleti olduğunu farz edelim. Bu durumda dini kullanıp  iktidar olan ve ihaleye fesat karıştıran siyasetçinin, okulda ek ders hırsızlığı yapan ilahiyatçı müdürün, beş vakit namazını kılan esnafın hırsızlıklarının en büyük dayanağı ellerinden alınmış olacaktır.

Şüphesiz çalan gene bir bahaneyle çalacaktır. Hırsızın, arsızın bahanesi asla eksik olmaz.

...

Şimdi ülkedeki bu zihniyetin 80'li ve 90'lı yıllarda nasıl adım adım inşa edildiğine bir bakalım ve konunun 12 Eylül darbesiyle ilişkisine değinelim.

Yaşı müsait olanlar pekala bilir. 90'lı yıllarda Şevki Yılmaz çok popülerdi. Yılmaz siyasal İslamcı bir isim. Konferanslarında anayasadan "Türkiye Cumhuriyeti devletinin dini islamdır." maddesinin ne zaman ve nasıl çıkartıldığını, laiklik maddesinin kaç yılında anayasaya eklendiğini anlatır, ardından bu düzenin tağuti düzen olduğunu ağzından tükürükler saçarak bağırarak anlatırdı. Bir savcı da çıkıp sen hangi akla hizmet Türkiye Cumhuriyeti'ne tağuti/şeytani düzen (kafir devlet) diyorsun, dememiştir. Mutlaka çeşitli yargılamalar olmuştur. Bunu bilmiyorum ama gerçek bir yargılama olsaydı herhalde bir daha böyle konuşamaması gerekirdi. Bu kişiler sözde laik devletin uygulamalarının en sert olduğu dönemlerde (28 Şubat) bile devlete açık açık küfrederlerdi.

Bunu nasıl anlamak gerekir? 

Bu öteden beri benim kafamı kurcalar. 

Kanaatimce bugünkü düzen o günlerde kurulmuştu. 

...

Meseleyi 12 Eylül 1980 ihtilaliyle ilişkilendirip tekrar ele aldığınızda çeşitli ilginçliklerle karşılaşıyoruz. 

Bir imamın oğlu olan Çerkes asıllı Kenan Evren'in Amerikan destekli 12 Eylül darbesinden sonra okullara "imanlı nesil" mottosuyla zorunlu din dersleri koyması düzeni anlamak açısından önemli diye düşünüyorum. 

Kenan Evren'in etnik kökeni benim için önemli değil ama böyle önemli görevlerde bulunan kişilerin devletin yapısını değiştirmek istemeleri hususu söz konusu olduğunda iş değişiyor.

Gene parantez içinde şunları söylemeden geçmek istemiyorum. Dine, din eğitimine karşı değilim. Ama isteyen istemeyen herkesin zorunlu olarak din dersi almasını doğru bulmuyorum. Burada asıl olarak zorunlu din dersleri ve kurulan imam hatiplerle nasıl bir insan tipi hedeflendiği dikkatlerden kaçmamalıdır. Kanaatim odur ki memleketin fabrikaları satılırken, madenleri peşkeş çekilirken, ülkesi bölünürken cebine giren üç kuruş paradan başkasını düşünmeyen, kaderine razı insan tipidir asıl hedeflenen. Bu konuda oldukça başarılı olunduğu görülüyor.

12 Eylül rejiminin etkileri açısından I. ve II. Körfez Savaşlarında Türkiye'yi yönetenlerin siyasetlerine de bakmakla yarar var.

Her iki savaş yıllarında da Türkiye'yi yönetenlerin 'elimde hıyar var" diyen Amerika'nın peşinden bir avuç tuz alıp koştukları görülecektir.

I. Körfez Savaşı'ndan sonra 1991'de Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesinde çekiç güç adında güvenliği sağlamak için çok uluslu askeri bir güç konuşlanmıştır. Bu güç Irak'ın kuzeyindeki yapıyı kurup gitmişti. O günlerde Özal'ın Musul ve Kerkük için bir koyup üç alacağız gibi büyük laflar ettiğini hatırlıyoruz. 

80 ihtilalinden bugüne kurulan hükümetlerin bazılarında şöyle bir kafa var.

"Türkiye'yi kuranlar minimalist politikalar takip ettiler. Ama maksimalist politikalar gütmek gerekir. Sözgelimi nasıl Musul ve Kerkük misak-ı milli'nin içindeyken alınamamıştır. O halde Musul ve Kerkük tekrar topraklarımıza katılabilir ya da Irak ve Suriye tıpkı Osmanlı'da olduğu gibi bizim bir eyaletimiz olabilir." 

Emperyalizm bizim siyasetçilerimize böyle rüyalar gördürüyor ama çok tehlikeli sular, bu sular.

2003'teki İkinci Körfez Savaşı'nda hükümetimizin siyasetine baktığımızda gene sorgusuz sualsiz Amerika'nın emrine amade bir görüntü çizdiği görülecektir. O günkü hükümet birtakım "at pazarlıkları" sonucunda Amerikan askerlerinin Irak'a Türkiye'nin güneyinden girebilmesi için çıkartılan tezkereyi meclisten geçirmek için canla başla çalışmış ama başarılı olamamıştı. Tabii Amerika bu durumu not etmiş, çok geçmeden Türk ordusunda Ergenekon davaları adı altında tasfiyeler başlamıştır.

Gene hükümet, 2003'te işi gücü bırakıp Suriye sınırındaki mayınları temizleme derdine düşmüştü. Hükümet sınırdaki mayınları temizleme işini o günlerde kamuoyunda çok tartışılan İsrailli şirketlere yaptırmak istemiş kamuoyu baskısı sonucunda geri adım atmıştı. Bunun sonucunda mayınları temizleme çalışmaları Türkiye'nin kendi askeri birimleri aracılığıyla yürütülmüştür.

Sonraki yıllarda olanlar daha bir manidar...

Önce Suriye'de iç savaş çıkartılmış, milyonlarca Suriyeli ülkemize sığınmacı olarak girmişti. Türk ekonomisi büyük darbe almış, Esat düşmüştü. Şimdilerde ise Suriye hava sahası İsrail'in cirit attığı bir alan haline gelmiştir.

Sonuçta gelinen noktada İsrail için tehdit olan Esat devrilmiş ve her şey İsrail'in güvenliği için yapılmış gibi durum var ortada.

Bütün bu gelişmeleri 12 Eylül Amerikan destekli darbeye ve sonraki BOP'cu yönetim anlayışlarına rahatlıkla bağlayabiliriz. Arada farklı söylemlerin, farklı yönetim anlayışlarının olması bizi şaşırtmamalı. Kural böyle çünkü. Bulanık suda balık avlamak türünden kafa karıştırmak...

Özetle...

Ülkede seksenlerden iki binlere aslında laik soslu bir din devleti kurulmuş, laik soslu bir tiyatro oyunu oynanmış, biz de saf saf izlemişiz. 

Aslında Ortadoğu'da olup biten her şeyin İsrail'in güvenliğine dönük olduğunu ta 90'lardan beri söyleyip duruyoruz. 

Bugün işin üniter yapımıza kadar gelip dayanması da yıllardır konuşup durduğumuz konular zaten.

Bu noktaya bir günde gelinmedi. 

Gelinen noktada ikinci açılım/bölünme sürecine halkımızın büyük çoğunluğunun destek verdiği iddiası dillendiriliyor. 

Umarım doğru değildir. Doğruysa bu, Türkiye'yi yüzyıl önce yırtıp attığımız Sevr paçavrasına razı etmek demektir.


Sb 26/07/2025   20.45

Modern zamanların samimiyetsiz ilişkileri üzerine...

Her düşünceden, her görüşten çok sayıda arkadaşı olmak...Bana göre bu, köşeleri olmamak, demek olup şahsiyet yokluğunu gösterir.   Herkese m...