26 Temmuz 2025 Cumartesi

Laik Soslu Din Devleti: 12 Eylül’den Bugüne Kurulan Düzenin Anatomisi

12 Eylül darbesinden sonra kurulan yönetim anlayışları ve hedefte değiştirilmesi teklif dahi edilemez üniter yapı ve laiklik üzerine

Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısının değiştirilmesi için perde arkasında oldukça fazla oyun oynandığı, hazırlık yapıldığı su götürmez bir gerçekliktir.  Artık bu oyunları gizleme gereği bile duymuyorlar. Gelinen noktada çok sürmez üniter yapı değişir. Sadece biraz daha zamana ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Üniter yapıyı değiştirmek için iktidarı etnik köken temelli paylaşmak, Türk tipi federasyona gitmek için 400 milletvekili bulunması, bu sayıya çok geçmeden ulaşılacağını tahmin ediyorum, halka 7/24 bütün kanallardan bunun propaganda edilmesi, ediliyor zaten, yeterli.

Şimdilik Türkler, Kürtler, Araplar etnik olarak Alevi ve Sünniler ise mezhepsel aidiyet olarak en üst perde/ler/den sayıldı. Diğerleri sayılmadığına göre onlara da bir terör örgütü de siz kurun, 30-40 yıl savaşın mı denilmek isteniyor, anlamış değilim. Her ne ise iktidar sahipleri bu söylemlerle tam bir cinnet hali içinde olduklarını gösterdiler. Nasıl bir tutsaklıktır, anlamadım. PKK'ya karşı verdiğimiz mücadeleyi ne zaman kaybettik. Onu da anlamak mümkün değil.

Peki ya laiklik kaldırılabilir mi? 

Buna şimdilik ihtiyaçları olmadığını düşünüyorum. İsteseler hemen bugün kaldırırlar. Çünkü onlara dur diyecek ülkede bir güç yok ama laikliğe ihtiyaçları var. 

Nasıl mı?

Devletin laik niteliği ortadan kaldırılırsa kolay kolay ihale yolsuzluğu yapılamaz, vergi de kaçırılamaz. Çünkü bunların en büyük gerekçesi devletin kafir devleti olduğu iddiasıdır. Bu nedenle Türkiye'de kamu malından hırsızlık asla hırsızlık olarak görülmez, kafir devlete zarar verme olarak algılanır. Çünkü böyle düşünenlerin kafasında ülkenin darülhap olduğu fikri vardır. Bunu 80'li ve 90'lı yılların imam-hatip kuşağı çok iyi bilmektedir. Çünkü o yıllarda Türkiye'nin darülhap olduğu fikrinde hemen hemen bütün imam hatip hocaları fikir birliği içinde idi. Bilindiği üzere darülharpte (İslam hükümlerinin yürürlükte olmadığı devlet düzeni) bir Müslüman için her şey mübah olmaktadır.

Bu nedenlerle 80'li ve 90'lı yılların mücahitleri 2000'lerde müteahhit oldular, devletten çok fazla ihale kopardılar. Bu kafa yapısındaki insanlar anayasadan laik devlet ifadesinin asla çıkmasını istemezler.  

Bu öyle güçlü bir argümandır ki siyasetçisi Harun gibi gelir, Karun olur, esnafı faturasız satış yapar, okulda branşı ilahiyat olan müdürü yapılmayan egzersizlere, işlenmeyen DYK'lara ücret öder, kendine tatile gittiği günlerde ek ders yazar, buna karşı çıkana hep birlikte cephe alınır. Ah ülkem vah ülkem. Ülke hırsızlar cenneti maşallah!.. 

Gene bu zevat için devletin şeriat devleti olduğunu farz edelim. Bu durumda dini kullanıp  iktidar olan ve ihaleye fesat karıştıran siyasetçinin, okulda ek ders hırsızlığı yapan ilahiyatçı müdürün, beş vakit namazını kılan esnafın hırsızlıklarının en büyük dayanağı ellerinden alınmış olacaktır.

Şüphesiz çalan gene bir bahaneyle çalacaktır. Hırsızın, arsızın bahanesi asla eksik olmaz.

...

Şimdi ülkedeki bu zihniyetin 80'li ve 90'lı yıllarda nasıl adım adım inşa edildiğine bir bakalım ve konunun 12 Eylül darbesiyle ilişkisine değinelim.

Yaşı müsait olanlar pekala bilir. 90'lı yıllarda Şevki Yılmaz çok popülerdi. Yılmaz siyasal İslamcı bir isim. Konferanslarında anayasadan "Türkiye Cumhuriyeti devletinin dini islamdır." maddesinin ne zaman ve nasıl çıkartıldığını, laiklik maddesinin kaç yılında anayasaya eklendiğini anlatır, ardından bu düzenin tağuti düzen olduğunu ağzından tükürükler saçarak bağırarak anlatırdı. Bir savcı da çıkıp sen hangi akla hizmet Türkiye Cumhuriyeti'ne tağuti/şeytani düzen (kafir devlet) diyorsun, dememiştir. Mutlaka çeşitli yargılamalar olmuştur. Bunu bilmiyorum ama gerçek bir yargılama olsaydı herhalde bir daha böyle konuşamaması gerekirdi. Bu kişiler sözde laik devletin uygulamalarının en sert olduğu dönemlerde (28 Şubat) bile devlete açık açık küfrederlerdi.

Bunu nasıl anlamak gerekir? 

Bu öteden beri benim kafamı kurcalar. 

Kanaatimce bugünkü düzen o günlerde kurulmuştu. 

...

Meseleyi 12 Eylül 1980 ihtilaliyle ilişkilendirip tekrar ele aldığınızda çeşitli ilginçliklerle karşılaşıyoruz. 

Bir imamın oğlu olan Çerkes asıllı Kenan Evren'in Amerikan destekli 12 Eylül darbesinden sonra okullara "imanlı nesil" mottosuyla zorunlu din dersleri koyması düzeni anlamak açısından önemli diye düşünüyorum. 

Kenan Evren'in etnik kökeni benim için önemli değil ama böyle önemli görevlerde bulunan kişilerin devletin yapısını değiştirmek istemeleri hususu söz konusu olduğunda iş değişiyor.

Gene parantez içinde şunları söylemeden geçmek istemiyorum. Dine, din eğitimine karşı değilim. Ama isteyen istemeyen herkesin zorunlu olarak din dersi almasını doğru bulmuyorum. Burada asıl olarak zorunlu din dersleri ve kurulan imam hatiplerle nasıl bir insan tipi hedeflendiği dikkatlerden kaçmamalıdır. Kanaatim odur ki memleketin fabrikaları satılırken, madenleri peşkeş çekilirken, ülkesi bölünürken cebine giren üç kuruş paradan başkasını düşünmeyen, kaderine razı insan tipidir asıl hedeflenen. Bu konuda oldukça başarılı olunduğu görülüyor.

12 Eylül rejiminin etkileri açısından I. ve II. Körfez Savaşlarında Türkiye'yi yönetenlerin siyasetlerine de bakmakla yarar var.

Her iki savaş yıllarında da Türkiye'yi yönetenlerin 'elimde hıyar var" diyen Amerika'nın peşinden bir avuç tuz alıp koştukları görülecektir.

I. Körfez Savaşı'ndan sonra 1991'de Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesinde çekiç güç adında güvenliği sağlamak için çok uluslu askeri bir güç konuşlanmıştır. Bu güç Irak'ın kuzeyindeki yapıyı kurup gitmişti. O günlerde Özal'ın Musul ve Kerkük için bir koyup üç alacağız gibi büyük laflar ettiğini hatırlıyoruz. 

80 ihtilalinden bugüne kurulan hükümetlerin bazılarında şöyle bir kafa var.

"Türkiye'yi kuranlar minimalist politikalar takip ettiler. Ama maksimalist politikalar gütmek gerekir. Sözgelimi nasıl Musul ve Kerkük misak-ı milli'nin içindeyken alınamamıştır. O halde Musul ve Kerkük tekrar topraklarımıza katılabilir ya da Irak ve Suriye tıpkı Osmanlı'da olduğu gibi bizim bir eyaletimiz olabilir." 

Emperyalizm bizim siyasetçilerimize böyle rüyalar gördürüyor ama çok tehlikeli sular, bu sular.

2003'teki İkinci Körfez Savaşı'nda hükümetimizin siyasetine baktığımızda gene sorgusuz sualsiz Amerika'nın emrine amade bir görüntü çizdiği görülecektir. O günkü hükümet birtakım "at pazarlıkları" sonucunda Amerikan askerlerinin Irak'a Türkiye'nin güneyinden girebilmesi için çıkartılan tezkereyi meclisten geçirmek için canla başla çalışmış ama başarılı olamamıştı. Tabii Amerika bu durumu not etmiş, çok geçmeden Türk ordusunda Ergenekon davaları adı altında tasfiyeler başlamıştır.

Gene hükümet, 2003'te işi gücü bırakıp Suriye sınırındaki mayınları temizleme derdine düşmüştü. Hükümet sınırdaki mayınları temizleme işini o günlerde kamuoyunda çok tartışılan İsrailli şirketlere yaptırmak istemiş kamuoyu baskısı sonucunda geri adım atmıştı. Bunun sonucunda mayınları temizleme çalışmaları Türkiye'nin kendi askeri birimleri aracılığıyla yürütülmüştür.

Sonraki yıllarda olanlar daha bir manidar...

Önce Suriye'de iç savaş çıkartılmış, milyonlarca Suriyeli ülkemize sığınmacı olarak girmişti. Türk ekonomisi büyük darbe almış, Esat düşmüştü. Şimdilerde ise Suriye hava sahası İsrail'in cirit attığı bir alan haline gelmiştir.

Sonuçta gelinen noktada İsrail için tehdit olan Esat devrilmiş ve her şey İsrail'in güvenliği için yapılmış gibi durum var ortada.

Bütün bu gelişmeleri 12 Eylül Amerikan destekli darbeye ve sonraki BOP'cu yönetim anlayışlarına rahatlıkla bağlayabiliriz. Arada farklı söylemlerin, farklı yönetim anlayışlarının olması bizi şaşırtmamalı. Kural böyle çünkü. Bulanık suda balık avlamak türünden kafa karıştırmak...

Özetle...

Ülkede seksenlerden iki binlere aslında laik soslu bir din devleti kurulmuş, laik soslu bir tiyatro oyunu oynanmış, biz de saf saf izlemişiz. 

Aslında Ortadoğu'da olup biten her şeyin İsrail'in güvenliğine dönük olduğunu ta 90'lardan beri söyleyip duruyoruz. 

Bugün işin üniter yapımıza kadar gelip dayanması da yıllardır konuşup durduğumuz konular zaten.

Bu noktaya bir günde gelinmedi. 

Gelinen noktada ikinci açılım/bölünme sürecine halkımızın büyük çoğunluğunun destek verdiği iddiası dillendiriliyor. 

Umarım doğru değildir. Doğruysa bu, Türkiye'yi yüzyıl önce yırtıp attığımız Sevr paçavrasına razı etmek demektir.


Sb 26/07/2025   20.45

Laik Soslu Din Devleti: 12 Eylül’den Bugüne Kurulan Düzenin Anatomisi

12 Eylül darbesinden sonra kurulan yönetim anlayışları ve hedefte değiştirilmesi teklif dahi edilemez üniter yapı ve laiklik üzerine Türkiy...