Ağaç
Ağaca bir taş attım.
Düşmedi taşım.
Düşmedi taşım.
Taşımı ağaç yedi.
Taşımı isterim.
Taşımı isterim.
Orhan Veli-Oktay Rifat
Nurullah Ataç, bu şiiri şöyle değerlendirir. “Giriştiği işi başaramamış, umutları boşa çıkmış bir kişinin perişanlığını duyuyorum o şiirde, o duygu bence çok iyi anlatılmış.” “Ağaç” şiirinin dizelerinin arkasındaki öykü şudur: Necip Fazıl Kısakürek, çıkardığı dergi için şiir ister Orhan Veli ve Oktay Rifat’tan. İki arkadaş birer şiir verirler Kısakürek’e. Ne var ki şiirlerinin yayımlanmadığını görürler. Bunun üzerine kafa kafaya verip söz konusu şiiri kaleme alırlar. Şiirin başlığının “Ağaç” olmasının nedeni, Kısakürek’in dergisinin bu adı taşımasıdır. Sunay Akın
24 Kasım 2019 Pazar
İki kaşın arasına ay düştü
AYVAZ AĞIDI
Basmış da gölgesi çökmüş de sisi
Şu karşıki dağlar Köroğlu dağı
Kesti ışığını paşası beyi
İki kaşın arasına ay düştü
Su yürümeyince, dağ uçmayınca
Sevdiğin Şirini sarabilmezdin
Oyun oynar gibi ölüme gittin
Gencidin tezidin sıra bilmezdin
Biridin peşine bir alay düştü
Palazıdın şahin gibi konması
Dostları ardına varır sanması
Yol olmuştur en yiğidin yanması
Bu ateşten sana çokça pay düştü
Gülten Akın
İki kaşın arasına ay düştü mısrası vurulma anlamında imiş.
Basmış da gölgesi çökmüş de sisi
Şu karşıki dağlar Köroğlu dağı
Kesti ışığını paşası beyi
İki kaşın arasına ay düştü
Su yürümeyince, dağ uçmayınca
Sevdiğin Şirini sarabilmezdin
Oyun oynar gibi ölüme gittin
Gencidin tezidin sıra bilmezdin
Biridin peşine bir alay düştü
Palazıdın şahin gibi konması
Dostları ardına varır sanması
Yol olmuştur en yiğidin yanması
Bu ateşten sana çokça pay düştü
Gülten Akın
İki kaşın arasına ay düştü mısrası vurulma anlamında imiş.
Yahya Kemal Şiirimizi Eleştiriyor
Yahya Kemal’in Divan şiirinde bulduğu en büyük eksiklik bileşimdir. Ona göre “Eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez. Fuzuli ve Nedim gibi şairler bile gözden düşer.” En iyisi, bu büyük sanatçıların divanlarını değil, “berceste” dizelerini ya da beyitlerini bir güldestede okumaktır. Divan şiiri yığma bir şiirdir. Öyle ki çoğunca, bütün, parçanın güzelliğini bozmaktadır. “Çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır.”
Yahya Kemal eski edebiyatın “Divan edebiyatı”, “Halk edebiyatı” diye ikiye ayrılmasına, bu ikisinin ayrı özellikler taşıdığının söylenmesine de karşı çıkıyor. Bunlar aslında aynı niteliklerle beliren iki edebiyattır, aynı toplumun felsefesini, estetiğini, duyarlığını yansıtmaktadır. “Aralarında yegâne fark birinin üst tabakayı, diğerinin alt tabakayı ifade etmesinden ibarettir.”
Mazmunlar üstünde düşünüyor. Mazmunların köstekleyici işlevinden söz ediyor. Neydi mazmun? Düşünce miydi, duygu muydu, gözlem miydi? “Bunu Allah bilir.” Kimi zaman bunlardan biri, çoğunca da hiçbiri. “Mazmun bir oyuncaktır.” Divan şiirini tekdüzeliğe, parçalığa, belirsizliğe götüren bir şey. Yahya Kemal Nef’i’yi bu açıdan ele alıyor: Nef’i, kuşkusuz, söz söyleme yeteneği çok yüksek bir şairdi, gerçek bir sanatçı kumaşı vardı onda; ama mazmunlara tutsak olduğu için, mazmunun da ne olduğu pek bilinmediği için, ne kalmıştır bugün Nef’i’den?
Bu soruyu 1935’te soruyor Yahya Kemal. Yine de, Divan şiirinde büyük bulduğu şairler arasında Nef’i de var. Onun büyükleri şunlar: Bâki, Ruhi, Nef’i, Nedim, Şeyh Galip. İlginç olan, Fuzuli’yi büyük şiir halkaları arasında anmamış olmasıdır. Yahya Kemal, Fuzuli’yi geriye iterken Naili’yi öne getiriyor.
1860’tan sonraki dönemde (Tanzimat) ise bileşim çabalarının başladığını, ancak bunun çok zayıf olduğunu söylüyor. Bu dönemde edebiyatımıza, gözlem, hayatı ve doğayı betimleme, yeni düşünceler çevresinde coşkunluk gibi eskiden pek bilmediğimiz öğeler girmiştir. Yahya Kemal’in burada ilginç bir saptaması var: “Bu ilk devredeki yenileşme, çok aykırı ve alafranga olmadığı için okur yazar tabakayı sürüklemişti.”
Ama Tanzimat’ın Batı’yı getirme savı biraz havada kalmaktadır. Ziya Paşa’nın, Şinasi’nin yaptıkları çevirilere bakarak aldanmamalı, ikisi de bütün bütüne “Şarklı” kalmıştır. Abdülhak Hâmid de öyle. Abdülhak Hâmid su katılmadık bir “Şarklı”dır. Gerçekte Acem şiiridir onun yazdığı. “Şiraz şivesiyle mersiyeler yazmıştır.” Recaizade Ekrem’de ise alafranga özentisi bir sayrılıktan, boş bir saplantıdan başka bir şey değildir: “Araba Sevdası’ndaki Mansur Bey, Ekrem Bey’in kendisidir.”
Servet-i Fünuncular? Onların şiirleri öğrenciler için kaleme alınmış şeylerdir. Türk şiirinin en büyük devrimcisi olan Tevfik Fikret’te olumlu yan, olumsuz yan kadar güçlü değildir. “Şiirde Fransızların orta sınıfına ait zevkler Frenk tabiriyle burjuva zihniyeti göze çarpıyordu.” Cenap Şahabettin ise boyadır, süstür.
Divan şiirindeki İran öykünmesi, bu kez bir Frenk öykünmesine dönmüştür.
Yahya Kemal, Namık Kemal’e ayrı bir yer tanıyor. Onu öbürlerinden ayırıyor: Namık Kemal biçim yönünden bir bakıma eskinin de sürdürücüsüdür, ama, o düşüncede bir yenilik getirmiştir.
Yahya Kemal’in 1933-1946 yılları arasında kendisiyle yapılmış konuşmalarda Türk şiirini böyle eleştirdiği görülüyor. Söylediğine göre gerçek Türk şiirinin nasıl olması gerektiğini Paris’te yıllarca düşünmüş. Abdülhak Şinasi Hisar ve Şefik Hüsnü ile birlikte. Şefik Hüsnü’nün edebiyatla bu kadar yakın ilgisi olduğunu bilmiyordum.
Cemal Süreya şiirinde bulduğu en büyük eksiklik bileşimdir. Ona göre “Eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez. Fuzuli ve Nedim gibi şairler bile gözden düşer.” En iyisi, bu büyük sanatçıların divanlarını değil, “berceste” dizelerini ya da beyitlerini bir güldestede okumaktır. Divan şiiri yığma bir şiirdir. Öyle ki çoğunca, bütün, parçanın güzelliğini bozmaktadır. “Çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır.”
Yahya Kemal eski edebiyatın “Divan edebiyatı”, “Halk edebiyatı” diye ikiye ayrılmasına, bu ikisinin ayrı özellikler taşıdığının söylenmesine de karşı çıkıyor. Bunlar aslında aynı niteliklerle beliren iki edebiyattır, aynı toplumun felsefesini, estetiğini, duyarlığını yansıtmaktadır. “Aralarında yegâne fark birinin üst tabakayı, diğerinin alt tabakayı ifade etmesinden ibarettir.”
Mazmunlar üstünde düşünüyor. Mazmunların köstekleyici işlevinden söz ediyor. Neydi mazmun? Düşünce miydi, duygu muydu, gözlem miydi? “Bunu Allah bilir.” Kimi zaman bunlardan biri, çoğunca da hiçbiri. “Mazmun bir oyuncaktır.” Divan şiirini tekdüzeliğe, parçalığa, belirsizliğe götüren bir şey. Yahya Kemal Nef’i’yi bu açıdan ele alıyor: Nef’i, kuşkusuz, söz söyleme yeteneği çok yüksek bir şairdi, gerçek bir sanatçı kumaşı vardı onda; ama mazmunlara tutsak olduğu için, mazmunun da ne olduğu pek bilinmediği için, ne kalmıştır bugün Nef’i’den?
Bu soruyu 1935’te soruyor Yahya Kemal. Yine de, Divan şiirinde büyük bulduğu şairler arasında Nef’i de var. Onun büyükleri şunlar: Bâki, Ruhi, Nef’i, Nedim, Şeyh Galip. İlginç olan, Fuzuli’yi büyük şiir halkaları arasında anmamış olmasıdır. Yahya Kemal, Fuzuli’yi geriye iterken Naili’yi öne getiriyor.
1860’tan sonraki dönemde (Tanzimat) ise bileşim çabalarının başladığını, ancak bunun çok zayıf olduğunu söylüyor. Bu dönemde edebiyatımıza, gözlem, hayatı ve doğayı betimleme, yeni düşünceler çevresinde coşkunluk gibi eskiden pek bilmediğimiz öğeler girmiştir. Yahya Kemal’in burada ilginç bir saptaması var: “Bu ilk devredeki yenileşme, çok aykırı ve alafranga olmadığı için okur yazar tabakayı sürüklemişti.”
Ama Tanzimat’ın Batı’yı getirme savı biraz havada kalmaktadır. Ziya Paşa’nın, Şinasi’nin yaptıkları çevirilere bakarak aldanmamalı, ikisi de bütün bütüne “Şarklı” kalmıştır. Abdülhak Hâmid de öyle. Abdülhak Hâmid su katılmadık bir “Şarklı”dır. Gerçekte Acem şiiridir onun yazdığı. “Şiraz şivesiyle mersiyeler yazmıştır.” Recaizade Ekrem’de ise alafranga özentisi bir sayrılıktan, boş bir saplantıdan başka bir şey değildir: “Araba Sevdası’ndaki Mansur Bey, Ekrem Bey’in kendisidir.”
Servet-i Fünuncular? Onların şiirleri öğrenciler için kaleme alınmış şeylerdir. Türk şiirinin en büyük devrimcisi olan Tevfik Fikret’te olumlu yan, olumsuz yan kadar güçlü değildir. “Şiirde Fransızların orta sınıfına ait zevkler Frenk tabiriyle burjuva zihniyeti göze çarpıyordu.” Cenap Şahabettin ise boyadır, süstür.
Divan şiirindeki İran öykünmesi, bu kez bir Frenk öykünmesine dönmüştür.
Yahya Kemal, Namık Kemal’e ayrı bir yer tanıyor. Onu öbürlerinden ayırıyor: Namık Kemal biçim yönünden bir bakıma eskinin de sürdürücüsüdür, ama, o düşüncede bir yenilik getirmiştir.
Yahya Kemal’in 1933-1946 yılları arasında kendisiyle yapılmış konuşmalarda Türk şiirini böyle eleştirdiği görülüyor. Söylediğine göre gerçek Türk şiirinin nasıl olması gerektiğini Paris’te yıllarca düşünmüş. Abdülhak Şinasi Hisar ve Şefik Hüsnü ile birlikte. Şefik Hüsnü’nün edebiyatla bu kadar yakın ilgisi olduğunu bilmiyordum.
Cemal Süreya
Osmanoğlu Viyana'ya niçin gitti?
Osmanoğlu Viyana'ya kadar gidiyor sözde i'la-yı kelimetullah için ama gittikleri yerlerde din değişmiyor. Demek ki asıl sebep vergi/ haraçtır. Aslında bu gerçek tarih boyunca hiç değişmiyor. Bütün imparatorluklarda/ emperyal devletlerde durum bu...
Gerçeği Esnetmek
Bir belgesel kanalda balık üzerine konuşuluyor. Çöp balık tabir edilen bir balığı şef, .... şeklinde adlandırıp servis ettiğini söylüyor. Karşısındaki kişi düpedüz yalan söylüyorsun yani, diyor. Şef de buna yalan söylemek değil de gerçeği esnetmek diyelim, diyor. Muhatabı ise ooo, Tramp'ın ofisinde çalışmalısın, diyerek cevap veriyor.
Sonuç olarak bazen gerçeği esnetmek her durumda doğrucu olmaktan iyidir. Sb 11/5/2019
Çok dostu olan adam
Dostluk bölünmeye gelmez. Çok dostu olan adam kocasının üzerine çokça adam seven kötü kadın gibidir. İskitli Toharis ( Tarihin Bilinmeyen Yüzü, Cengiz Özakıncı 11/5/2019 programı)
Yurtsever Sevgi Pıtırcıklarına İthafen
Benim gibi Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 2. maddesindeki niteliklerine bağlı ve ülkenin bölünmez bütünlüğünden yana olanları “ulusalcı” diye sözde yaftalayan “sevgi pıtırcıklarına" bir sorum var. Hoş, bu sözden gocunmam söz konusu değil ya. Mesele bu sözcüğün olumsuz bağlam ve anlamda kullanılması. Bunu söyleyenlere göre benim gibi düşünenler kafatasçı!
Sorum şudur:
Başkalarını ulusalcı diye tanımlarken kendinizi bunun tam karşısında yer alan etnik milliyetçi ve mezhepçi olarak mı tanımlıyorsunuz?
Yok, demeyin tam da öyle olmalısınız. Çünkü tanımlamayı yapan sizsiniz. Tanımlamanın mefhum-u muhalifi etnik milliyetçilik veya mezhepçiliktir.
Bu da anti Amerikancılık değil düpedüz Amerikancılıktır. Ayrıca siyaseten PKK ve HDP'nin yanına savrulmaktır. Gerisi sizin bileceğiniz bir iştir.
Yoksa siz bütün bunların dışında kendinizi “sevgi pıtırcığı” olarak mı tanımlıyorsunuz.Yesinler sizin yalanlarınızı.
Bu zevatın bir de “yurtseverlik” diye bir söylemi var. Sanırım bu siyasetler çok değil üç beş yıl önce “biji serok Obama”ya kadar evrilmişti.
Ayrılıkçı siyaset ve emperyalizim piyonluğu bu ülkede hep maske takmıştır. Yüz yıl önce Kürt Teali, İslam Teali vb. şimdi ise “sevgi pıtırcığı” ve “yurtseverlik" bunlardan bazılarıdır.
Yazımı bitirirken anayasanın 2. maddesini hatırlayalım:
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Sb19/5/2019
Yarım asır Türk eğitimine hizmet etmiş bir zat, yoksul düşmüş
Yıl 1927...
Ünlü yazarımız Ahmet Rasim'in yaşı ilerlemiş ve işsiz kalmıştı. Yolu bir gün Ankara'ya düştü.
Anafartalar Caddesi'nde onu gören, gazeteci ve milletvekili İsmail Müştak, " Aman Efendim, " dedi. " Nasılsınız, bir emriniz var mı Ankara'da !
Ahmet Rasim, buruk bir gülümsemeyle karşılık vererek,
" Fırınlarda ekmeklerin dört köşe değil, yuvarlak yapılması yüzünden buraya kadar geldim, " dedi.
İsmail Müştak, birşey anlamadığını bakışlarıyla belli edince, Ahmet Rasim devam etti: " Bir okka ekmek alayım, dedim... Elimden düşüp yuvarlanmaya başladı. Ekmek önde, ben peşinde buraya kadar koştuk.
Şaşkın, şaşkın şimdi o ekmeği arıyorum. "
İsmail Müştak, o akşam bu konuşmayı Atatürk'e aktarınca, Atatürk,
" Sen ne yaptın İsmail Müştak, " diye parladı, " yarım asır Türk eğitimine hizmet etmiş bir zat, yoksul düşmüş; Ankara'ya ekmek aramaya geldiğini söylemiş; sen hangi otelde kaldığını bile sormamışsın ! "
Hemen bütün oteller aranıp Ahmet Rasim bulundu ve Atatürk'ün masasına çağrılıp ikramda bulunuldu.
Gecenin sonuna doğru Atatürk, " Boş bulunan İstanbul mebusluğunu lütfen kabul eder misiniz ? " deyince, Atatürk'ün elini öpen Ahmet Rasim,
" Ekmek gerçekten aslanın ağzındaymış," dedi.
Alıntı: Necdet Rüştü Efe , Türk Nüktecileri
Ünlü yazarımız Ahmet Rasim'in yaşı ilerlemiş ve işsiz kalmıştı. Yolu bir gün Ankara'ya düştü.
Anafartalar Caddesi'nde onu gören, gazeteci ve milletvekili İsmail Müştak, " Aman Efendim, " dedi. " Nasılsınız, bir emriniz var mı Ankara'da !
Ahmet Rasim, buruk bir gülümsemeyle karşılık vererek,
" Fırınlarda ekmeklerin dört köşe değil, yuvarlak yapılması yüzünden buraya kadar geldim, " dedi.
İsmail Müştak, birşey anlamadığını bakışlarıyla belli edince, Ahmet Rasim devam etti: " Bir okka ekmek alayım, dedim... Elimden düşüp yuvarlanmaya başladı. Ekmek önde, ben peşinde buraya kadar koştuk.
Şaşkın, şaşkın şimdi o ekmeği arıyorum. "
İsmail Müştak, o akşam bu konuşmayı Atatürk'e aktarınca, Atatürk,
" Sen ne yaptın İsmail Müştak, " diye parladı, " yarım asır Türk eğitimine hizmet etmiş bir zat, yoksul düşmüş; Ankara'ya ekmek aramaya geldiğini söylemiş; sen hangi otelde kaldığını bile sormamışsın ! "
Hemen bütün oteller aranıp Ahmet Rasim bulundu ve Atatürk'ün masasına çağrılıp ikramda bulunuldu.
Gecenin sonuna doğru Atatürk, " Boş bulunan İstanbul mebusluğunu lütfen kabul eder misiniz ? " deyince, Atatürk'ün elini öpen Ahmet Rasim,
" Ekmek gerçekten aslanın ağzındaymış," dedi.
Alıntı: Necdet Rüştü Efe , Türk Nüktecileri
Yaşamayı Bileydim
Yaşamayı Bileydim Yazarmıydım Hiç...
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.
İsmet Özel
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.
İsmet Özel
Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ
Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ: düşünce birliği. O da rüzgarın her an tehdit ettiği bir kandil. Düşünce birliği, düşünen insanlar arasında olur. İnsanların kaçta kaçı düşünür? Düşünenlerin kaçta kaçı karşılaşır ve açılır birbirine. -- Cemil Meriç
Bir Tanzimat aydınının Batı karşısındaki halet-i ruhiyesi
Paris´e git hey efendi aklü fikrin var ise
Aleme geldim demesin gitmeyenler paris´e
Hoca Tahsin Efendi
paris'te jön türkler beynelmilel bir toplantı yapıyorlar diğer avrupalı muhalif gençlerle. yemek yenmeden önce her milletin genci kendi marşını okumuş. bizim türklerden de rica etmişler yemekten önce siz de sizin marşınızı okusanız diye. bizim jön türkler birbirlerine bakmış, ne yapacaklarını bilmez vaziyette. hoca tahsin efendi hiç tavrını bozmadan ayağa kalkmış, başlamış büyük bestekar ıtri'nin tekbirini getirmeye. diğerleri de katılmış büyük coşkuyla. ecnebi hazirun o kadar hayran kalmış ki üç-dört defa tekrar etmelerini istemişler. bizimkiler de etmiş.
Cem Gürdeniz'den
“Türkiye kadar kendi gücünün farkında olmayan bir ülke görmedim.” Bill Clinton (Cem Gürdeniz'den)
Paris sokakları
“Paris sokaklarının geniş olmasının nedeni sokaklar kapatılarak eylem yapılamasın diyedir.” (Demokrasinin tarihi bağlamında Merdan Yanardağ)
Kemal Tahir'den Köy Enstitülerine Bir Bakış
Kemal, Köy Enstitüleri üstüne bir roman yazacak.Alangu, bir ara Köy Enstitülerinden birinde hocalık etmiş; gördüklerini Kemal'e anlatıyor, ben de kulak misafiri oluyoıum.Kemal'in takılması bu yüzden Anlaşılan, "Bozkırdaki Çekirdek" romanı üzerinde söyleyeceği taze şeyler var.Dört saate yayılmış bir konuşmayı ana çizgileriyle özetleyeceğim:
"- Eğitim, bütünlük ister.Sen, devlet olarak, okuttuklarının bir bölümüne başka şey, bir bölümüne başka şey söylemeğe başladın mı, namussuzluk edersin arkadaş! Devlel ile Namussuzluk da birarada barınamaz! Namussuzluk, politika ile bile barınamadıktan sonra, Devletle barınabilir mi? "
"Köy Enstitüleri, günlük politikanın eğitime bulaşmasından öte bir şey değil! İsmet Paşa, 'Devlet'in şakası olmadığını bilir; ama 'milletin' şakası olmadığını öğrenmesi için 1950 yılını yaşaması gerekti!"
"İkinci dünya Savaşında İsmet Paşa'nın Türkiye Politikası, çok civelek bir politikadır.Başlarda Almanlar, Fransa'yı birkaç haftada çiğneyiverince, İsmet Paşa'nın gözü Alman'lara döndü Almanya'da Nazi Partisi var, Türkiye'de Halk Partisi.Almanya'da Hitler'in sözü kanun, Türkiye'de İsmet Paşa'nın Almanlar ülkeyi ellerine geçirebilmek için her yere birer Nazi ajanı yerleştirmiş, millete nefes aldırmıyor; İsmet Paşa şehirleri kasabaları Halk Partisi ile Halkevleri ile avucu içine almış ama, köyler boş Paşa, askerlikten bir türlü kurtulamadığı için, askerde çavuş rütbesine kadar çıkabilen açıkgöz köy çocuklarını bir kurstan geçirip eğitmen yetiştirmeğe durdu; ve bunlardan her birini bir köye yerleştirdi mi, işte sana, Alman'ların imrenecekleri bir SS ordusu! Bu eğitmenler, köyleri avuçları içine alacakları ve dev-letle bütünleşecekleri için, memlekette sinek uçsa, İsmet Paşa'nın haberi olacak; Hitler de bunu görünce; 'Aman bu ne yaman akıl, nasıl bir akıl!' deyip İsmet Paşa'yı alnından öpecek! "
"Ama hesap yanlış çıktı.Alman'lar, Sovyetler'in bozkırına yenildiler Moskova'ya kadar gelmişken yüz geri olup çekilmeğe başlayınca, o zamana kadar sırtını sıvazladığı, arkaladığı, 'Hadi göreyim seni' dediği Turancıları deliğe tıktığı gibi, bu kere, yine aynı Milli Eğitim Bakanı (Hasan Al i Yücel) solcuları el üstünde tutan bir Bakan haline getirdi ve Devleti, sol rüzgarın uğuldadığı Köy Enstitüleri şampiyonu yaptı."
"Aslında, Köy Enstitüleri sorununun temelinde işte bu rezillik yatar! Önce savaşı Almanya'nın kazanacağı hesabına yatırım yapılmıştır; sonra, Ruslarını kazanacağı üstüne!"
"Ruslar, savaşı kazanıp da üç doğru ilimizle birlikte Boğazlar'da üs istemeğe bulaşınca, İsmet Paşa fırt diye döndü ve İngiltere, Amerika üstüne oynamaya başladı.İsmet Paşa'nın sırtında yumurta küfesi yok! almaya da vermeye de alışık değildir Biliyorsun, Almanlar 12 Ada'yı önerdiler, içi gittiği halde, almadı.Rus'lara üç vilayet verir mi hiç! Böylece İnönü için, Köy Enstitüleri esprisi de oıtadan kalktı.Nitekim Demokrat Parti muhalefeti ağzını açar açmaz, bu Köy Enstitülerini ağızlarını kapatmak için taviz olarak veriverdi; çünkü onun gözünde verdiği şey, fo nksiyonunu çoktan yitirmişti."
"Devlet, Millet'i kullanamaz.Oysa Köy Ensitüleri, devletin millet'i kullanmasına örnektir; ve de özgün örneklerden biridir! Türkiye'deki kırk bin köyün, sadece on bininde bile ilkokul yokken, hükümet köye gidiyor, 'Sana öğretmen okulları açacağım, kızını oğlunu buradaokutursan, senin köyüne öğretmen olarak gelecek' diyor.Ama, binasının yapılmasında, yolunun açılmasında, okulun kurulmasında çocuklarınız çalışacaklar, yardım edecekler,' diye sırıtıyor!
Düşün, bin yıllık aldatılmış Anadolu1yu!.Devlete
güvenini çoktan yitirmiş! 1Ker1m Devlet' gitmiş, yerine sömüren devlet gelmiş.Suyunu kendin getir, okulunu kendin yap; ama, yol vergisi ver, arazi vergisi ver, hayvan vergisi ver, salma ver, angaryaya gel, ver oğlu ver! Alışmış buna artık Anadolu Köylüsü; homurdanamıyor bile, susuyor, dehşetli susuyor! İşte tam bu sıra Devlet, köyün kapısını- tahsildar olarak almak için değil, vermek için- çalıyor 'Ayağına Öğretmen okulu getirdim, kızın ya da oğlun öğretmen olup köyüne gelecek, sana destek olacak.' diyor.Yani, sulamaya başlıyor bozkırdaki çekirdeği.Toprağı eşeliyor Sonunda çekirdek patlıyor, arkadaş! Bir filiz, baş veriyor bozkırın göbeğinde Çoluğu ile, çocuğu ile, kızı ile, erkeği ile dağlan deviren bir güçle işe koşuluyorlar, koskoca binaları ortaya çıkarıyorlar, okul cıvıl cıvıl seslerle doluyor.Sonra?
"Sonrasını biliyorsun: Stalin efendi şaşırıp toprak istedi, üs istedi diye, İsmet Paşa muhalefete kurban veriyor bu koca teşebbüsü ve Anadolu köylüsü bir kez daha aldatıldığını anlıyor!.Milletin kafasına, Devletin kendisini aldatabileceği bir kez girerse, artık onu oradan çıkarmanın yolu kapanır.Bir Devlet aldatmacısı olduğu için, Köy Enstitülerinin kuruluşunu eleştiriyoıum.Bana, 'Sen Köy Enstitülerine neden düşmansın?' diyorlar.Yahu, ben Köy Enstitülerine değil, bu enstitülerin kuruluş biçimine karşıyım.Devletin, Milleti aldatmasından yana değilim Devlete, sorumsuzluğunun hesabını sormak istiyorum.""Böyle yaparsam, politikada paçamı kurtarırım" diye aklın kesecek, önünü sonunu düşünmeden ilköğretimde, eğitmen sistemini kuracaksın Bölükte çavuş olan okuıyazardan köy öğretmeni yapacaksın! Ona fa şist bir eğitim vereceksin! Turan efsaneleri öğreteceksin, salacaksın ortaya!.Derken, sen hesabı yanlış yapmışsın, Faşistler değil, Komünistler kazanıyor partiyi Bu kez, fırt diye dönüyorsun, marksist düşünceli olanları iş başına, Turancıları cezaevlerine getiriyorsun Peki, bugün cezaevine gönderdiğin, tabutluklarda işkence ettiğin insanlar, dün sııtını okşadığın, 'Hadi göreyim seni.' diye gizlice göz kırptığın kişiler değil mi? Hükümet olarak bu rezilliği nasıl yapabilirsin?
Aynı rejim ve aynı insanlar, Köy Enstitülerinde müfredat programını bırakacaklar, onun yerine sosyalist tandanslı kitaplar okutacaklar, ortak yaşam ör n ekleri verecekler, sonra da okulda öğrendiklerini evinde konuşan öğrenciyi yakalayıp deliğe tıkacaksın!.Bu maskaralığın yanında olmak hangi abdalın işidir!"
"Bu Enstitülerin kapanmasının üstünden yıllar geçmiş Hala birtakım sosyalist şaşkınlar "Köy Enstitüleri" diye yazılar yazıyor, konferanslar veriyor Eğer sosyalist eğitimden yana isen, işte sana ortaokulu ile, lisesi ile, üniversitesi ile binlerce okul! Değiştir müf r edat programlarını ve sosyalist eğitime başla!.Eğer bunu yapmaya gücün yoksa, "Köy Enstitüleri" açılsın diye ne yırtınıyorsun? Açılsa ne olur, açılmasa ne olur? İçinde bu müf r edat programları okutulacaksa, adı, öğretmen okulu olsa ne çıkar, Köy Enstitüsü olsa ne çıkar!.Sen bu kaf a yı değiştirmedikten sonra, faşist olsan ne olur, marksist olsan ne olur? Anlatıyorum, anlatıyorum, ama bir türlü anlatamıyorum Ak ılsız, hala, "Köy Enstitüleri açılsın" diye tutturuyor.Bilmiyor ki, zihni biraz açılsa, köy enstitüleri açılmasa da olur.!"
Evlere şenlik bir Osmanlı diplamatı Osman Efendi
İsmet Bozdağ'ın "Kemal Tahir'in Sohbetleri" adlı kitabından, Kemal Tahir anlatıyor:
(Evlere şenlik bir Osmanlı diplamatı Osman Efendi)
"Meselimiz eski; on yedinci yüzyılın bir işleri... Moskof gavuru ile tutuşmuşuz ki arapsaçına dönmecesine! Bir onlar bizi bastırıyor, bir biz bastırıyoruz. Yenişememişiz sizin anlayacağınız. İki yanın da soluğu tükenmemiş..."
Lafı baştan uzun tutmayalım. Durumun açmaza girdiğini gören Çariçe, savaş bölgesine iki kıdemli adamını Orlof'la Abrişkof'u gönderiyor. İnceleme sonunda barış gereği ortaya çıkıyor. Osmanlı'ya haber salınıyor. Gerisini Kemal Tahir anlatıyor:
"Saray sevinmiş habere. Sağlam bir barış kurabilmek ve de savaştan zararlı çıkmamak için yaman bir müzakereci bulup yollamış: Çenebaz Osman Efendi! Bu Osman Efendi medresede Aristo mantığı okumuş ki ağzından akıl donduran laflar dökülüyor. Padişah da İstanbul'un altını üstüne getirerekten nefesi güçlü bir hoca bulup ona bir muska yazdırmaz mı! Muskayı hemen bir ulakla Osman Efendi'ye gönderir ve de bunu müzakerecilerin geçecekleri yola gömdürmesini, muskayı atlayanın aklı başından uçacağını haber verir!
Osman Efendi zaten çene gücüne bel bağlayıp elde avuçta durmuyor, bir de muska erişince 'Şimdi keferenin hakkından geldim' deyip yüreğini az biraz serinletip ertesi sabah barış masasına oturmuş. Derken, Orlof'la Abrişkof muskanın üstünden atlayıp gelmezler mi! Osman Efendi düşünmüş 'Bunlar muskayı geçti, akıl da bunlardan geçti demektir. Ne kaldı geride? Hırsı kalmıştır gavurun, para hırsı! Sarı liralarla hırsını da doyurdum mu, canını aldım gitti ben bu keferelerin!'
Osman Efendi büyü ve çene gücüne yaslanıp açar konuşmayı: 'Şu Kırım meselesini görüşelim!?...' Ruslar birbirlerinin yüzüne bakarlar: 'Ne diyor bu efendi' diye. Sonra Osman Efendi'nin yüzüne bakıp sırıtırlar. Besbelli bu efendi çok şakacı! Kırım meselesi çoktan sarılıp dürülmüş, yeniden konuşulacak yanı yok. Az biraz gülerler, az biraz hafiften öksürürler; gelgelelim bizim Osman Efendi 'Kırım' diyor da ağzından başka söz çıkmıyor. 'Şu Kırım meselesini canım, şunu bir görüşüp savuşturalım da gerisi kolay iş' deyip bir sağ elini sağındaki altın torbasına, bir sol elini solundaki altın torbasına sokup sarı liraları durmadan şakırdatıyor.
Ruslar 'Herhalde bu efendi bugün hasta, yarın iyileşir inşallah, konuşmayı erteleyelim' diyorlar. Ama ertesi sabah Osman Efendi'nin yine ilk sözü: 'Aman şu Kırım meselesini bir savuşturalım, gerisi kolay' oluyor. Bir gün, iki gün, üç gün; Ruslar bakıyorlar ki buradan bir yere çıkılmaz. Orlof'la Abrişkof Moskova'ya dönüyorlar, komutan Romanzof da ordularının başına geçiyor."
Osman Efendi saraya şöyle yazmış: "Her şey tasarlandığı gibi oldu. Çariçe'nin iki sevgilisi, Orlof'la Abrişkof'un akılları başlarında olmayıp Moskova yolundadırlar. Romanzof'a gelince, onun da geçeceği yola muskayı gömdüğümüzden, mecnun olup avareleşeceğinden şek kalmamıştır."
Tahir diyor ki: "Romanzof büyüyü atlayıp Osmanlı cephesini yarıyor, ta Kaynarca'ya kadar dayanıyor. Biz bu Osman Efendi yüzünden Kaynarca Anlaşması'nı imzalamak zorunda kaldık!"
Rus Başkomutanı Romanzof anılarında Osman Efendi için şöyle diyormuş: "Bu efendi delidir desek, edepten dışarı! Ancak şöyle deriz: Bunun aklı var, var ama, bu akıl bizim bildiğimiz, gördüğümüz akıllardan değildir!"
Gelelim meselden çıkan anlama: Merkez Sağ'da yıllardır sergilenen "taktik ve stratejik manevralar" siyaset ehlinden olup "mesleki deformasyon"a uğramış nice adı etkiledi etkilemesine de, bunların toplumsal karşılığı olmadığı, tabanı hızla erittiği bir türlü görülemedi. Merkez Sağ "Kaynarca koşulları"na kadar geriledi.
Artık "Bunlar nasıl bir akıllar!" deyip durmak da, "akıl donduran laflar" da, "temenni muskaları" da canımıza yetti. Çaresine gelince:
Meseli dinleyen dostu şöyle diyor Kemal Tahir'e: "Bu mu senin Osmanlı diye yere göğe sığdıramadığın! Bu senin Osmanlı'da iş yok!"
Kemal Tahir'in yanıtı: "O Allah'ın bir işi, senin aklın ona nereden ersin? Beş tane Osman Gazi gönderse peş peşe, dünya yetmeyecek Osmanlı'ya! Her yüz yılda yeni bir dünya gerek o zaman. Arada bir Osman Efendi gönderiyor ki Osmanlı'yı dünya idare etsin!"
(Evlere şenlik bir Osmanlı diplamatı Osman Efendi)
"Meselimiz eski; on yedinci yüzyılın bir işleri... Moskof gavuru ile tutuşmuşuz ki arapsaçına dönmecesine! Bir onlar bizi bastırıyor, bir biz bastırıyoruz. Yenişememişiz sizin anlayacağınız. İki yanın da soluğu tükenmemiş..."
Lafı baştan uzun tutmayalım. Durumun açmaza girdiğini gören Çariçe, savaş bölgesine iki kıdemli adamını Orlof'la Abrişkof'u gönderiyor. İnceleme sonunda barış gereği ortaya çıkıyor. Osmanlı'ya haber salınıyor. Gerisini Kemal Tahir anlatıyor:
"Saray sevinmiş habere. Sağlam bir barış kurabilmek ve de savaştan zararlı çıkmamak için yaman bir müzakereci bulup yollamış: Çenebaz Osman Efendi! Bu Osman Efendi medresede Aristo mantığı okumuş ki ağzından akıl donduran laflar dökülüyor. Padişah da İstanbul'un altını üstüne getirerekten nefesi güçlü bir hoca bulup ona bir muska yazdırmaz mı! Muskayı hemen bir ulakla Osman Efendi'ye gönderir ve de bunu müzakerecilerin geçecekleri yola gömdürmesini, muskayı atlayanın aklı başından uçacağını haber verir!
Osman Efendi zaten çene gücüne bel bağlayıp elde avuçta durmuyor, bir de muska erişince 'Şimdi keferenin hakkından geldim' deyip yüreğini az biraz serinletip ertesi sabah barış masasına oturmuş. Derken, Orlof'la Abrişkof muskanın üstünden atlayıp gelmezler mi! Osman Efendi düşünmüş 'Bunlar muskayı geçti, akıl da bunlardan geçti demektir. Ne kaldı geride? Hırsı kalmıştır gavurun, para hırsı! Sarı liralarla hırsını da doyurdum mu, canını aldım gitti ben bu keferelerin!'
Osman Efendi büyü ve çene gücüne yaslanıp açar konuşmayı: 'Şu Kırım meselesini görüşelim!?...' Ruslar birbirlerinin yüzüne bakarlar: 'Ne diyor bu efendi' diye. Sonra Osman Efendi'nin yüzüne bakıp sırıtırlar. Besbelli bu efendi çok şakacı! Kırım meselesi çoktan sarılıp dürülmüş, yeniden konuşulacak yanı yok. Az biraz gülerler, az biraz hafiften öksürürler; gelgelelim bizim Osman Efendi 'Kırım' diyor da ağzından başka söz çıkmıyor. 'Şu Kırım meselesini canım, şunu bir görüşüp savuşturalım da gerisi kolay iş' deyip bir sağ elini sağındaki altın torbasına, bir sol elini solundaki altın torbasına sokup sarı liraları durmadan şakırdatıyor.
Ruslar 'Herhalde bu efendi bugün hasta, yarın iyileşir inşallah, konuşmayı erteleyelim' diyorlar. Ama ertesi sabah Osman Efendi'nin yine ilk sözü: 'Aman şu Kırım meselesini bir savuşturalım, gerisi kolay' oluyor. Bir gün, iki gün, üç gün; Ruslar bakıyorlar ki buradan bir yere çıkılmaz. Orlof'la Abrişkof Moskova'ya dönüyorlar, komutan Romanzof da ordularının başına geçiyor."
Osman Efendi saraya şöyle yazmış: "Her şey tasarlandığı gibi oldu. Çariçe'nin iki sevgilisi, Orlof'la Abrişkof'un akılları başlarında olmayıp Moskova yolundadırlar. Romanzof'a gelince, onun da geçeceği yola muskayı gömdüğümüzden, mecnun olup avareleşeceğinden şek kalmamıştır."
Tahir diyor ki: "Romanzof büyüyü atlayıp Osmanlı cephesini yarıyor, ta Kaynarca'ya kadar dayanıyor. Biz bu Osman Efendi yüzünden Kaynarca Anlaşması'nı imzalamak zorunda kaldık!"
Rus Başkomutanı Romanzof anılarında Osman Efendi için şöyle diyormuş: "Bu efendi delidir desek, edepten dışarı! Ancak şöyle deriz: Bunun aklı var, var ama, bu akıl bizim bildiğimiz, gördüğümüz akıllardan değildir!"
Gelelim meselden çıkan anlama: Merkez Sağ'da yıllardır sergilenen "taktik ve stratejik manevralar" siyaset ehlinden olup "mesleki deformasyon"a uğramış nice adı etkiledi etkilemesine de, bunların toplumsal karşılığı olmadığı, tabanı hızla erittiği bir türlü görülemedi. Merkez Sağ "Kaynarca koşulları"na kadar geriledi.
Artık "Bunlar nasıl bir akıllar!" deyip durmak da, "akıl donduran laflar" da, "temenni muskaları" da canımıza yetti. Çaresine gelince:
Meseli dinleyen dostu şöyle diyor Kemal Tahir'e: "Bu mu senin Osmanlı diye yere göğe sığdıramadığın! Bu senin Osmanlı'da iş yok!"
Kemal Tahir'in yanıtı: "O Allah'ın bir işi, senin aklın ona nereden ersin? Beş tane Osman Gazi gönderse peş peşe, dünya yetmeyecek Osmanlı'ya! Her yüz yılda yeni bir dünya gerek o zaman. Arada bir Osman Efendi gönderiyor ki Osmanlı'yı dünya idare etsin!"
Kemal Tahir'in İsmet Paşa tutkusu
“Kemal Tahir'in çözümü güç yanlarından biri de, İsmet Paşa tutkusudur.İsmet Paşa'nın Başbakanlığı sırasında 17 yıl ceza giymiş, bunun on üç yılını Çorum, Malatya, Çankırı, Kırşehir damlarında yatmış olduğu halde, - başkaları gibi- ne devlete küsmüş, ne İsmet Paşa'ya öfkelenmişti.Tersine İsmet Paşa'nın yaman bir devlet adamı olduğuna inanırdı.Önemli bir olay oldu mu Kemal Tahir hemen sorardı: "İsmet Paşa ne diyor bakalım? " Onun söylediğinde Kemal Tahir'e göre, daima bir devlet kerameti vardı!
Damarına basmak için yüklendim:
- Hani senin İsmet Paşan, Kemal? Sabrı ne za man tükenecek ki? Adamlar hükümeti ve Meclis çoğunluğunu Harbiyeye kaptırıyorlar, İsmet Paşa susuyor!.Tabutluklardan çıkan Türkeş "önce okutup imtihan edeceğim, sonra seçimler olacak" diyor, İsmet Paşa yine susuyor!.Ne zaman sabrı tükenecek bu mübarek Paşa'nın? Mısır'ın Sfenksi dile gelecek, İsmet Paşa gelmeyecek!
Kemal Tahir tasarladığım gibi hemen Paşa'yı arkaladı:
"- Dur hele! Sana ne göründü de böyle konuşuyorsun bakalım? Bu sıra İsmet Paşa'nın susması mı önemli, yoksa konuşması mı? Konuştu mu, Paşa'nın ne düşündüğünü, olayı nasıl yorumladığını şıp diye anlarsın Ya susarsa? arkadaş ya susarsa n'aparsın? Başlamaz mı karnın ağrımaya?(l) "Bu devlet tilkisi neyin peşinde bakalım, "diye dönenmez misin? İsmet Paşa neyi bilir, neyi bilmez, tartışılır ama, lafın sırasını bilir! Neden vazgeçer, neden vazgeçmez bilmem ama, devlet'ten vazgeçmediğini adım gibi bilirim.(Sonra bana döndü) Sen İsmet Paşa'nın ardı sıra ne arıyorsun hele!? Menderes'in ebcedini bitamam aklına sindirdin de İsmet Paşa'dan ""Kurt Kur"anı" hatmine mi çökeceksin!...
Kemal Tahir'in sözleri, hepimizin kahkahalarıyla noktalandı.“
İsmet Bozdağ
“Kurt Kur’an’ı okumak” diye bir deyim vardır. Savaştan ve kapışmaktan başka çare kalmadığını anlatır, kimsenin kimseyi dinlemesine, konuşmasına, anlamasına gerek yoktur. Malumunuz, halk ağzına kurt düşerse, kuzu da gelir akla. Kurt, kuzuyla aynı Kur’anı okumaz. Okumasına da gerek yoktur, o, hikmetinden sual olunmaz Kurt’tur. Kurt ya da kuzu değilim derseniz, yandınız. Arada dursanız olmaz, kurtla gülüp kuzuyla ağlasanız hiç olmaz, kurdu ikna edeyim deseniz yine olmaz. Vakti kerahet gelmiştir. Levent Cantek
Damarına basmak için yüklendim:
- Hani senin İsmet Paşan, Kemal? Sabrı ne za man tükenecek ki? Adamlar hükümeti ve Meclis çoğunluğunu Harbiyeye kaptırıyorlar, İsmet Paşa susuyor!.Tabutluklardan çıkan Türkeş "önce okutup imtihan edeceğim, sonra seçimler olacak" diyor, İsmet Paşa yine susuyor!.Ne zaman sabrı tükenecek bu mübarek Paşa'nın? Mısır'ın Sfenksi dile gelecek, İsmet Paşa gelmeyecek!
Kemal Tahir tasarladığım gibi hemen Paşa'yı arkaladı:
"- Dur hele! Sana ne göründü de böyle konuşuyorsun bakalım? Bu sıra İsmet Paşa'nın susması mı önemli, yoksa konuşması mı? Konuştu mu, Paşa'nın ne düşündüğünü, olayı nasıl yorumladığını şıp diye anlarsın Ya susarsa? arkadaş ya susarsa n'aparsın? Başlamaz mı karnın ağrımaya?(l) "Bu devlet tilkisi neyin peşinde bakalım, "diye dönenmez misin? İsmet Paşa neyi bilir, neyi bilmez, tartışılır ama, lafın sırasını bilir! Neden vazgeçer, neden vazgeçmez bilmem ama, devlet'ten vazgeçmediğini adım gibi bilirim.(Sonra bana döndü) Sen İsmet Paşa'nın ardı sıra ne arıyorsun hele!? Menderes'in ebcedini bitamam aklına sindirdin de İsmet Paşa'dan ""Kurt Kur"anı" hatmine mi çökeceksin!...
Kemal Tahir'in sözleri, hepimizin kahkahalarıyla noktalandı.“
İsmet Bozdağ
“Kurt Kur’an’ı okumak” diye bir deyim vardır. Savaştan ve kapışmaktan başka çare kalmadığını anlatır, kimsenin kimseyi dinlemesine, konuşmasına, anlamasına gerek yoktur. Malumunuz, halk ağzına kurt düşerse, kuzu da gelir akla. Kurt, kuzuyla aynı Kur’anı okumaz. Okumasına da gerek yoktur, o, hikmetinden sual olunmaz Kurt’tur. Kurt ya da kuzu değilim derseniz, yandınız. Arada dursanız olmaz, kurtla gülüp kuzuyla ağlasanız hiç olmaz, kurdu ikna edeyim deseniz yine olmaz. Vakti kerahet gelmiştir. Levent Cantek
Kara Sakalim
Aşık İhsani
Kara Sakalim
Sakal seni güzel için taşırım
Ben seni kesemem kara sakalım
Güzel görünce hafifce kaşırım
Ben seni kesemem kara sakalım
Hacı gibi üç beş karı almadan
Sofu gibi yanlış namaz kılmadan
Camilerde halı kilim çalmadan
Ben seni kesemem kara sakalım
İhsaniyem sakal değil gözümsün
Kullanmağa elde büyük kozumsun
Halkı kandırmağa bana lazımsın
Ben seni kesemem kara sakalım
Kara Sakalim
Sakal seni güzel için taşırım
Ben seni kesemem kara sakalım
Güzel görünce hafifce kaşırım
Ben seni kesemem kara sakalım
Hacı gibi üç beş karı almadan
Sofu gibi yanlış namaz kılmadan
Camilerde halı kilim çalmadan
Ben seni kesemem kara sakalım
İhsaniyem sakal değil gözümsün
Kullanmağa elde büyük kozumsun
Halkı kandırmağa bana lazımsın
Ben seni kesemem kara sakalım
Halil Cibran-Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
- Halil Cibran
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
- Halil Cibran
Franz Kafka Kitap Okuma Üzerine
Eğer okuduğumuz kitap bizi kafamızın ortasına inen bir yumruk gibi sarsmıyorsa, niye boşuna okuyalım ki? Bizi mutlu etsin diye mi? Tanrım! Mutlu olmak için kitap okuyorsak hiç kitabımız olmasın daha iyi; bizi mutlu eden o kitapları yeri geldiğinde kendimiz bile yazabiliriz. Bizi yıkıma uğratan ve derin bir kedere boğan kitaplar okumalıyız; öyle ki bir kitap, kendimizden daha çok sevdiğimiz birinin ölümüne tanık olmuş kadar, ormana sürgün edilip herkesten uzaklaşmış kadar etkilemeli bizi. Bir kitap, İçimizdeki donmuş denizin ortasına inen bir balta olmalıdır.
-Franz Kafka
-Franz Kafka
Kısa değiniler...
(Sosyal medya arkadaşlığı, 23 Haziran 2019 İstanbul seçimleri)
Sosyal medya arkadaşlığı öteden beri bana saçma gelmiştir. Beğendiğin insanlar varsa takip edersin, o kadar...
Hem bir devlet memurunun bir partinin fanatiği gibi
paylaşım yapması kesinlikle doğru değildir.
Bu insanlar başkalarını bu bakımdan eleştirirken kendilerinin bunu fazlasıyla yapmaları en hafif tabiriyle kurnazlık, ya da kendine müslümanlıktır.
Yıllardır iktidar partisini eleştiren ahibbaya bakıyorum daha şimdiden (seçimin ertesi günü) şirazeyi yitirmişler.
Daha bugün birine ‘tebrik ediyorum sizi’ deyince beni kendilerinden sanan zat, “bizim” kim olduğumuzu sordu ardından nasıl bir sarhoşluksa adayı oyları böldüğü gerekçesiyle kalayladı.
Evet, hep derim ülkenin sağıyla solu arasında birçok açıdan fark göremiyorum. Siyasi fanatizm, lideri kutsama, kendilerinden olmayanı ezilecek bir böcek gibi görme...
İstanbul seçimleriyle ilgili tanımadığım bir sosyal medya yorumcusunun şu tespitiyle bitirelim:
“sağın sağı ile sağın solu arasında sıkışıp kaldık. armatör mü müteahhit mi savaşını laz müteahhit kazandı. ne güzel."
(Armatör: Binali Yıldırım; Mütahit: Ekrem İmamoğlu)
Sb 24/06/2019
Kavram Kargaşası
Muhterem, yeni görev yerinde yardımcılarına diyor ki bizim asıl görevimiz öğrencilerdeki motivasyonu artırmaktır. Bunun dışında helaller de haramlar da bellidir...
Yardımcılarından biri ilave ediyor, ikisi arasında şüpheli olanlardan da kaçındın mı her şey tamam olur.
Ben hemen araya giriyorum ve diyorum ki yönetmelikler belli demek istediniz galiba?..
Bir anlık sessizlik sonra davulcu osuruğu gibi lafın arada kaynaması...
Sb 26.07.2019
Emperyalist Güç Tanımlaması
Nobel ödüllü yazar John Steinbeck’in bir sözü aklıma geliyor: (yalçın doğan)
“Kendi kaynakları dururken, başka ülkenin kaynaklarına yönelen güce biz emperyalist güç diyoruz”. (yalçın doğan)
“Kendi kaynakları dururken, başka ülkenin kaynaklarına yönelen güce biz emperyalist güç diyoruz”. (yalçın doğan)
Sivas Kongresinde Amerikan Mandacılığı Savunuldu mu?
Tarihçi Ahmet Kuyaş bu konuyla ilgili şunları söylüyor: “Sivas'ta savunulan manda, dış siyasette manevra amacıyla olup Bolşeviklik (komünistlik) ithamını savuşturmak içindir. Hem mandacılıktan murad ettikleri asla Amerikan sömürgesi olmak değildir. Bu durum Amerikan kongresine sunulan raporda, “bunlar manda filan istemiyorlar, istedikleri iç ve dış siyasette bağımsız olmak ve çeşitli konularda Amerika'nın yanında durarak gücünden yararlanmak" olarak açıklanıyor.”
Ayrıca Mustafa Kemal Paşa Nutuk'ta bu ithamdan rahatsız olmuş olacak ki mandacılıktan kastedilenin memleketin kalkınmasında Amerika'nın ve özel teşebüsünün gücünden yararlanmak olarak açıklıyor. Sb 12/08/2019
Çıkar Çatışması
Batı'da çıkar çatışmasıyla itham edilmek en ağır hakaretken bizde cinsel içerikli küfürler hakaret sayılır.
Çıkar çatışması insanların karşılıklı çıkarlarının çatışması değil kişinin resmi veya toplum menfaatine dönük bir görevde kendine menfaat sağlayıp sağlamasıdır.
Örneğin bir okulda müdürsünüz. Okulun bir işini kendi yakınınız olan birine mi yoksa daha iyi ve hesaplı yapacağını düşündüğünüz birine mi yaptırırsınız. Cevabınız ilkiyse siz çıkar çatışması içindesiniz. Türkiye'nin temel sorunu işte bu!..
Not: Yazı, Tınaz Titiz'in bir konuşmasından esinlenilerek yazılmıştır.
Sb 13.8.2019
Bozkır dizisi replikleri
*Herkesin onayladığı şey, yanlış sayılmıyor.
*Adalet, zamanın kölesidir. .ikilir durur.
*İnsanlar bozkırı çöl zannediyorlar.
*Bozkır inattır, yoktan var etmektir, elindekiyle yetinmesini bilmektir.
*Bu ülkede okeyde taş çaldı diye insanlar öldürülüyor.
*Zeytin ağacı bozkırda yetişmez, derler. Yeter ki yerini sevsin öyle bir yetişir ki.
Ne gülüyorsun anlattığım senin hikayen!..
- Sibirya'nın köylerinden birinde cenaze mezarlığa götürülüyormuş. Mısır tarlasının ortasında, tabut köylülerin ellerinden düşüvermiş. Tabutun içindeki ceset düşüp dereye yuvarlanmış. Akıntı, cesedi dinamitle avlanan balıkçıların yanına sürüklemiş. Balıkçılar "Acaba adamı dinamitle biz mi öldürdük?" diye endişeye kapılarak, cesedi askeri kışlanın tellerine bırakmışlar. Nöbetçi er, bölgeye birinin yaklaştığını düşünerek cesedi yaylım ateşine tutmuş. Hemen ambulans çağrılmış. Delik deşik olan ceset, hastaneye kaldırılmış. Operasyon 6 saat sürmüş. Ameliyattan çıkan doktor, alnından akan terleri silmiş ve "Çok zor oldu ama galiba yaşayacak" demiş.
Kimi kitaplarda olduğu iddia edilen bilimsel hakikatler bu fıkraya benzemiyor mu?
Kimi kitaplarda olduğu iddia edilen bilimsel hakikatler bu fıkraya benzemiyor mu?
Bir Avukat Fıkrası
Fıkra bu ya!..
vakti zamanında bir avukat varmış. bir tane de küçük oğlu varmış. avukatlık bürosunda davalar, mahkemeler koşturup duruyor. günler aylar ve yıllar geçmiş. oğlu büyümüş ve babası gibi hukuk bitirmiş ve babasının bürosunda çalışmaya başlamış. tabi yeni iş hayatına atılmanın verdiği bir enerji var ortada. ve bir gün babası hastalanmış. bütün davalar çocuğun eline kalmış. genç avukat davaları bir bir sonuca ulaştırıyormuş.
bir gün babasını ziyarete gitmiş.
babası işleri sorunca müjde verircesine gururla;
- baba yıllardır süren dava vardı ya. onu sonuçlandırdım demiş.
babası:
- iyi halt etmişsin. oğlum o dosya ile ben yıllardır seni okuttum neden bitirdin?
vakti zamanında bir avukat varmış. bir tane de küçük oğlu varmış. avukatlık bürosunda davalar, mahkemeler koşturup duruyor. günler aylar ve yıllar geçmiş. oğlu büyümüş ve babası gibi hukuk bitirmiş ve babasının bürosunda çalışmaya başlamış. tabi yeni iş hayatına atılmanın verdiği bir enerji var ortada. ve bir gün babası hastalanmış. bütün davalar çocuğun eline kalmış. genç avukat davaları bir bir sonuca ulaştırıyormuş.
bir gün babasını ziyarete gitmiş.
babası işleri sorunca müjde verircesine gururla;
- baba yıllardır süren dava vardı ya. onu sonuçlandırdım demiş.
babası:
- iyi halt etmişsin. oğlum o dosya ile ben yıllardır seni okuttum neden bitirdin?
Cumhuriyet Bayramı Münasebetiyle
Adam cumhuriyet bayramı mesajı yerine doğum günün kutlu olsun ya Resulullah, diye mesaj yayımlıyor.
Bu ne şimdi?..
Benim bildiğim Hz. Peygamberin doğum günü miladi değil hicri takvime göre kutlanır. Burada bir cumhuriyet karşıtlığı açıktır.
Cumhuriyete karşı olmak bu devirde aklını peynir ekmekle yemektir.
Bu adamların reayadan vatandaşlığa geçmekten ne gibi şikayetleri vardır, bilmek isterim. Bilelim ki yanlışımız neyse düzeltelim!..
Sb 29/10/2019
Sıfır Bir ve La Casa de Papel Dizileri Münasebetiyle
Bu iki diziyi bütün sezonlarıyla kısa zamanda izleyip bitirdim.
İlki bir Adan'a dizisi, ikincis İspanya.
İlki hakkında bilgiyi geçiyorum. Sadece aşağı yukarı bütün bölümlerinde kaba bir vahşet olduğunu söylemekle yetineyim.
İkincisine gelince...
Senaryosu üzerinde oldukça çalışılmış yüksek bütçeli başarılı bir banka soygunu dizisi. Kapitalist düzenle ilgili sorgulamalar yapılıyor.
İkincisinde vahşet sahneleri daha az olmakla birlikte ilkinde kan gövdeyi götürüyor.
Durum böyle iken bu dizler nasıl olurda insanı ekrana kilitlemeyi başarıyor?
Benim şöyle bir analizim var: İnsanlık bir milyon yıl yaşında. Bunun son 15 bin yılında medeniyet kurabilmiştir. Geri kalan yüz binlerce yıl nasıl bir yaşamı vardı?
Kabilesi haricinde herkesi ve her şeyi düşman adderek...
Dolayısıyla yüz binlerce yıl tam bir kaba vahşetin içinden geçerek geldi bugünlere insanlık.
Hoş, bugün medeniyet kurmasına karşın hala aynı vahşet, gerçek kılıfına büründürülmüş yalanlarla sürmektedir.
Öyleyse, insanların savaş ve vahşet sahnelerinin olduğu film ve dizileri heyecanla izlemesini yüz binlerce yıllık genetik hafızaya bağlayabiliriz.
Sb 29/10/2019
Çizik
Geleceğim, bekle dedi, gitti..
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu..
Ama kimse ölmedi.
Özdemir Asaf
10 Kasım Münasebetiyle
Öncelikle büyük Atatürk'ü ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum.
Öteden beri dikkatimi çeken bir husus var, onu paylaşmak istiyorum.
Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti yıkma iddiasında olan ayrılıkçı hareketle arasına anlamlı bir mesafe koyamayan insanlar var.
Bunlar kim?
1.Atatürk'ün kurduğu partinin yönetici takımı.
2. Bu partiyi destekleyip yönetici takımını eleştirdiğini hiç görmediğimiz insanlar.
Benim asıl konu etmek istediğim bu ikinci gruptakiler.
Bunlardan bazıları Atatürk'le yatıp Atatürk'le kalkıyorlar.
Ne kadar samimiler, kendileri bilir. Bizim de bilmemiz için yukarda bahsi geçen hususta en az bizim kadar eleştirel bir tutum takınmalılar.
Geçenlerde bir arkadaş, okulumuzdaki 10 Kasım anma törenine katılamayacağını bildirip çok üzgün olduğunu söyledi.
Ben de Atatürk'ün fikirlerini benimsediğimi ama ritüel sevmediğimi söyledim. Ritüelin hiçbir türünün (modern olsun olmasın) ilgimi çekmediğini de ifade ettim.
Yanımdaki bir başka arkadaş düğün yapmadın mı, düğün de bir ritüel, deyince düğünlerle, meşakketleriyle ilgili olumsuz kanaatimi belirtip nikah ritüelinin bu iş için yeterli olması gerektiğini belirttim.
Modern toplumların da kimi ritüellere ihtiyacı olduğunun farkındayım. Buna esastan bir itirazım yok.
Mesele, biraz da ne olursa olsun her türden kalabalığın içinde kendimi yalnız hissetmem ve kalabalıklarla kaynaşamamam.
Sb 9.11.2019 21.48
İtirazım Var!..
Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir.Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı.
Elie Wiesel
Elie Wiesel
Kemal Tahir'in Karılar Koğuşu'ndan alıntı
Bir de köylü karısı usul, erkân bilmez derler. Kurdun adı çıkmış, çakallar baş kesiyor hesabı...
— Ayşe Hanım, bu işte köylü şehirli olur mu? Güzel mi bari?
— Fena değil... Karının güzelliği ne demek? "Her karının adı birdir karanlıkta tadı birdir, " demişler
— Kocasını demek ki sevmiyormuş.
— Sever mi? İhtiyarmış. Meşhur bir mesel var: Gece ayaz gündüz bulut, evde kışı zayi eder. Sıcak yemek soğuk su, o da dişi zayi eder, genç avrat koca kişi o da iş zayi eder.
Karılar Koğuşu-Kemal Tahir
— Ayşe Hanım, bu işte köylü şehirli olur mu? Güzel mi bari?
— Fena değil... Karının güzelliği ne demek? "Her karının adı birdir karanlıkta tadı birdir, " demişler
— Kocasını demek ki sevmiyormuş.
— Sever mi? İhtiyarmış. Meşhur bir mesel var: Gece ayaz gündüz bulut, evde kışı zayi eder. Sıcak yemek soğuk su, o da dişi zayi eder, genç avrat koca kişi o da iş zayi eder.
Karılar Koğuşu-Kemal Tahir
Sınav Başarısı ve Vasatlık
“Sınavlar vasatlığı farklı seviyelerde sıraya koyar. O kadar... Özel insanlar sınavlarda iyi değildir.” The End Of The.... World dizisi
Nihal Atsız'ın “Türk Ülküsü” Adlı Eserinden Seçmeler
“Atatürk, Halk Partisini kurarken komünistlerin sinsi maksatları henüz anlaşılmamıştı. Milletleri ortadan kaldırmak için halk kelimesini kullanacakları bilinmiyordu. Atatürk "halk" demekle edebî dildeki mânâyı kastetmiş, milletin geri kalmış tabakalarını düşünmüştü. Partisiyle bunları kalkındırmayı amaç edinmişti."
Millet yerine halk sözcüğünün ikame edilmek istenmesi üzerine yazmış bunları Atsız. Bugünleri görseydi bu konuda sadece komünistleri değil İslamcıları da payimal ederdi.
***
Atsız aynı kitabında sağ ve sol kavramlarına iktisadi açıdan değil milliyetçilik ve beynelmilelcilik açısından bakıyor. Ona göre İslamcılar ümmetçiliği esas aldıkları için sağ değil soldur. Açıkçası benim de aklıma yatmıyor değil bu fikirler. Milliyet yerine halkı, halk yığınlarını ikame etmelerinden de anlaşılacağı üzere bu iki grup (komünistler ve İslamcılar) sol diye adlandırılmalıdır.
***
Moskofla ebedi ve ezeli düşman olduğumuzu anlattığı yazısında şu bilgiyi verir:
“Türk"ün mânâsı "kuvvet" veya "medeni=türeli" demekken, onların millî adı İslav’ın kendi dillerindeki anlamı "köle" dir.
***
Ülkedeki moskofçuları özellikle Nazım Hikmeti yerdiği bir yerde Sabahattin Ali'nin akıbeti için “üç ay hapse girmemek için Bulgaristan'a kaçıyordu.” der. Bu bilgi Sabahattin Ali güzellemelerini bir anda değersizleştiriyor.
***
Büyük Adam
“Mareşal Von Hindenburg, Almanya cumhurbaşkanlığına seçileceği zaman, o aralık Hollanda'da sürgün hayatı yaşayan Kayzer Wilhelm'den müsaade almış, subay çıkarken imparatora sâdık kalacağına dâir ettiği yeminle cumhurbaşkanı olmak arasında ahlâkî bir tezat görerek onun fikrini sormuştur. Hindenburg, Kayzer Wilhelm'in, üzerinden yemin şartını kaldırması üzerine cumhurbaşkanlığını kabul etmiştir. Sözüne bu kadar sâdık olan adam, elbette büyük adamdır.”
“Balkan Savaşı'nda Edirne'yi savunan merhum Şükrü Paşa, kahramanca dövüşüp de tutsak düştükten sonra, adı bütün dünyayı tuttuğu hâlde, kendisini yine sorumlu saymış, esirlikten döndüğü zaman kendisinin "divân‐ı harp"e verilmesini istemiştir. Şükrü Paşa da bunun için büyüktür.”
Atsız'ın bu bahiste 2. Abdülhamit güzellemeleri çok yüzeysel. Ona göre ittihatçılar memleketi batırmıştır. Eğer Abdulhamid-i Sani olsaydı Balkanlar'daki muvazene korunur, 1. Dünya Savaşı çıkmaz, dolayısıyla Bolşevik İhtilali olmazdı. Netice itibariyle onun tabiriyle dinsiz, imansız, ahlaksız komünist tehlike yaşanmazdı. Bu konudaki düşünceleri son romanı Ruh Adam'da daha açık okunabilir.
***
"Kinimiz dinimizdir!"
“Türkçülük, bir bakıma göre de, 'Türklük düşmanlığı düşmanlığı" dır.
Soyumuza, devletimize, yurdumuza, mukaddesatımıza, şerefimize fenalık etmiş olan her millete, her dine, her rejime, fikre, topluma, kişiye düşmanız. "Kinimiz dinimizdir!"
Varlığımızı korumak, haklarımızı almak için her zaman çarpışmaya mecburuz. Çarpışmaya mecburuz demek, asker olmaya mecburuz demektir. Askerlik, çarpışma bilimidir. Yaşamaya hak kazanmak bilimidir. Bu bakımdan tek gerçek bilim odur. Başka her bilim ve fen onun yardımcısıdır.”
Bu fikirler oldukça şaşırtıcı benim için. Fikirlerinin çoğuna aşırı denebilir. Ama bir Türk genci; sola, ayrılıkçıların ayartmalarına ve İslamcılara karşı uyanık olması için mutlaka Atsız okumalıdır.
Sb 22/11/2019
Yönetici Kavramına Farklı Bir Bakış
“Yöneticilik için para alıyorum sempati güzeli seçilmek için değil.” (Vis a Vis) Miranda adlı hapishane müdürü çalışanların dolaplarında uyuşturucu araması yaparken söylüyor bu sözleri.
Aldatma ve Kuma Gerçekliğine Bakış
“Bana göre en büyük aşağılanma eşler arasındaki aldatma olayıdır. Kuma dediğin nedir? Aldatmanın bilineni, saklanmaya gerek olmayanı.” Canan Tan Piraye
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İşte benim idarecilik maceram!..
İşte benim idarecilik maceram!.. Hani şair benim bir de İstanbul maceram var, der ya işte o hesap benim de idarecilik maceram var. Şairin ma...
-
Şalvarı şaltak Osmanlı Eyeri kaltak Osmanlı Ekende yok biçende yok Yiyende ortak Osmanlı Yukarıdaki dörtlüğü vaktiyle Hilmi Yavuz'dan...
-
*Herkesin onayladığı şey, yanlış sayılmıyor. *Adalet, zamanın kölesidir. .ikilir durur. *İnsanlar bozkırı çöl zannediyorlar. *Bozkır ina...
-
Cevap Arapçadan Türkçeye geçmiş bin yıldır kullandığımız kelimelerden biri. Yanıt Türkçedir, Divan-ı Lügati’t Türk’te geçer. Fakat uzunca b...