24 Kasım 2019 Pazar

Yahya Kemal Şiirimizi Eleştiriyor


Yahya Kemal’in Divan şiirinde bulduğu en büyük eksiklik bileşimdir. Ona göre “Eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez. Fuzuli ve Nedim gibi şairler bile gözden düşer.” En iyisi, bu büyük sanatçıların divanlarını değil, “berceste” dizelerini ya da beyitlerini bir güldestede okumaktır. Divan şiiri yığma bir şiirdir. Öyle ki çoğunca, bütün, parçanın güzelliğini bozmaktadır. “Çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır.”
Yahya Kemal eski edebiyatın “Divan edebiyatı”, “Halk edebiyatı” diye ikiye ayrılmasına, bu ikisinin ayrı özellikler taşıdığının söylenmesine de karşı çıkıyor. Bunlar aslında aynı niteliklerle beliren iki edebiyattır, aynı toplumun felsefesini, estetiğini, duyarlığını yansıtmaktadır. “Aralarında yegâne fark birinin üst tabakayı, diğerinin alt tabakayı ifade etmesinden ibarettir.”
Mazmunlar üstünde düşünüyor. Mazmunların köstekleyici işlevinden söz ediyor. Neydi mazmun? Düşünce miydi, duygu muydu, gözlem miydi? “Bunu Allah bilir.” Kimi zaman bunlardan biri, çoğunca da hiçbiri. “Mazmun bir oyuncaktır.” Divan şiirini tekdüzeliğe, parçalığa, belirsizliğe götüren bir şey. Yahya Kemal Nef’i’yi bu açıdan ele alıyor: Nef’i, kuşkusuz, söz söyleme yeteneği çok yüksek bir şairdi, gerçek bir sanatçı kumaşı vardı onda; ama mazmunlara tutsak olduğu için, mazmunun da ne olduğu pek bilinmediği için, ne kalmıştır bugün Nef’i’den?
Bu soruyu 1935’te soruyor Yahya Kemal. Yine de, Divan şiirinde büyük bulduğu şairler arasında Nef’i de var. Onun büyükleri şunlar: Bâki, Ruhi, Nef’i, Nedim, Şeyh Galip. İlginç olan, Fuzuli’yi büyük şiir halkaları arasında anmamış olmasıdır. Yahya Kemal, Fuzuli’yi geriye iterken Naili’yi öne getiriyor.
1860’tan sonraki dönemde (Tanzimat) ise bileşim çabalarının başladığını, ancak bunun çok zayıf olduğunu söylüyor. Bu dönemde edebiyatımıza, gözlem, hayatı ve doğayı betimleme, yeni düşünceler çevresinde coşkunluk gibi eskiden pek bilmediğimiz öğeler girmiştir. Yahya Kemal’in burada ilginç bir saptaması var: “Bu ilk devredeki yenileşme, çok aykırı ve alafranga olmadığı için okur yazar tabakayı sürüklemişti.”
Ama Tanzimat’ın Batı’yı getirme savı biraz havada kalmaktadır. Ziya Paşa’nın, Şinasi’nin yaptıkları çevirilere bakarak aldanmamalı, ikisi de bütün bütüne “Şarklı” kalmıştır. Abdülhak Hâmid de öyle. Abdülhak Hâmid su katılmadık bir “Şarklı”dır. Gerçekte Acem şiiridir onun yazdığı. “Şiraz şivesiyle mersiyeler yazmıştır.” Recaizade Ekrem’de ise alafranga özentisi bir sayrılıktan, boş bir saplantıdan başka bir şey değildir: “Araba Sevdası’ndaki Mansur Bey, Ekrem Bey’in kendisidir.”
Servet-i Fünuncular? Onların şiirleri öğrenciler için kaleme alınmış şeylerdir. Türk şiirinin en büyük devrimcisi olan Tevfik Fikret’te olumlu yan, olumsuz yan kadar güçlü değildir. “Şiirde Fransızların orta sınıfına ait zevkler Frenk tabiriyle burjuva zihniyeti göze çarpıyordu.” Cenap Şahabettin ise boyadır, süstür.
Divan şiirindeki İran öykünmesi, bu kez bir Frenk öykünmesine dönmüştür.
Yahya Kemal, Namık Kemal’e ayrı bir yer tanıyor. Onu öbürlerinden ayırıyor: Namık Kemal biçim yönünden bir bakıma eskinin de sürdürücüsüdür, ama, o düşüncede bir yenilik getirmiştir.
Yahya Kemal’in 1933-1946 yılları arasında kendisiyle yapılmış konuşmalarda Türk şiirini böyle eleştirdiği görülüyor. Söylediğine göre gerçek Türk şiirinin nasıl olması gerektiğini Paris’te yıllarca düşünmüş. Abdülhak Şinasi Hisar ve Şefik Hüsnü ile birlikte. Şefik Hüsnü’nün edebiyatla bu kadar yakın ilgisi olduğunu bilmiyordum.
Cemal Süreya şiirinde bulduğu en büyük eksiklik bileşimdir. Ona göre “Eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez. Fuzuli ve Nedim gibi şairler bile gözden düşer.” En iyisi, bu büyük sanatçıların divanlarını değil, “berceste” dizelerini ya da beyitlerini bir güldestede okumaktır. Divan şiiri yığma bir şiirdir. Öyle ki çoğunca, bütün, parçanın güzelliğini bozmaktadır. “Çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır.”
Yahya Kemal eski edebiyatın “Divan edebiyatı”, “Halk edebiyatı” diye ikiye ayrılmasına, bu ikisinin ayrı özellikler taşıdığının söylenmesine de karşı çıkıyor. Bunlar aslında aynı niteliklerle beliren iki edebiyattır, aynı toplumun felsefesini, estetiğini, duyarlığını yansıtmaktadır. “Aralarında yegâne fark birinin üst tabakayı, diğerinin alt tabakayı ifade etmesinden ibarettir.”
Mazmunlar üstünde düşünüyor. Mazmunların köstekleyici işlevinden söz ediyor. Neydi mazmun? Düşünce miydi, duygu muydu, gözlem miydi? “Bunu Allah bilir.” Kimi zaman bunlardan biri, çoğunca da hiçbiri. “Mazmun bir oyuncaktır.” Divan şiirini tekdüzeliğe, parçalığa, belirsizliğe götüren bir şey. Yahya Kemal Nef’i’yi bu açıdan ele alıyor: Nef’i, kuşkusuz, söz söyleme yeteneği çok yüksek bir şairdi, gerçek bir sanatçı kumaşı vardı onda; ama mazmunlara tutsak olduğu için, mazmunun da ne olduğu pek bilinmediği için, ne kalmıştır bugün Nef’i’den?
Bu soruyu 1935’te soruyor Yahya Kemal. Yine de, Divan şiirinde büyük bulduğu şairler arasında Nef’i de var. Onun büyükleri şunlar: Bâki, Ruhi, Nef’i, Nedim, Şeyh Galip. İlginç olan, Fuzuli’yi büyük şiir halkaları arasında anmamış olmasıdır. Yahya Kemal, Fuzuli’yi geriye iterken Naili’yi öne getiriyor.
1860’tan sonraki dönemde (Tanzimat) ise bileşim çabalarının başladığını, ancak bunun çok zayıf olduğunu söylüyor. Bu dönemde edebiyatımıza, gözlem, hayatı ve doğayı betimleme, yeni düşünceler çevresinde coşkunluk gibi eskiden pek bilmediğimiz öğeler girmiştir. Yahya Kemal’in burada ilginç bir saptaması var: “Bu ilk devredeki yenileşme, çok aykırı ve alafranga olmadığı için okur yazar tabakayı sürüklemişti.”
Ama Tanzimat’ın Batı’yı getirme savı biraz havada kalmaktadır. Ziya Paşa’nın, Şinasi’nin yaptıkları çevirilere bakarak aldanmamalı, ikisi de bütün bütüne “Şarklı” kalmıştır. Abdülhak Hâmid de öyle. Abdülhak Hâmid su katılmadık bir “Şarklı”dır. Gerçekte Acem şiiridir onun yazdığı. “Şiraz şivesiyle mersiyeler yazmıştır.” Recaizade Ekrem’de ise alafranga özentisi bir sayrılıktan, boş bir saplantıdan başka bir şey değildir: “Araba Sevdası’ndaki Mansur Bey, Ekrem Bey’in kendisidir.”
Servet-i Fünuncular? Onların şiirleri öğrenciler için kaleme alınmış şeylerdir. Türk şiirinin en büyük devrimcisi olan Tevfik Fikret’te olumlu yan, olumsuz yan kadar güçlü değildir. “Şiirde Fransızların orta sınıfına ait zevkler Frenk tabiriyle burjuva zihniyeti göze çarpıyordu.” Cenap Şahabettin ise boyadır, süstür.
Divan şiirindeki İran öykünmesi, bu kez bir Frenk öykünmesine dönmüştür.
Yahya Kemal, Namık Kemal’e ayrı bir yer tanıyor. Onu öbürlerinden ayırıyor: Namık Kemal biçim yönünden bir bakıma eskinin de sürdürücüsüdür, ama, o düşüncede bir yenilik getirmiştir.
Yahya Kemal’in 1933-1946 yılları arasında kendisiyle yapılmış konuşmalarda Türk şiirini böyle eleştirdiği görülüyor. Söylediğine göre gerçek Türk şiirinin nasıl olması gerektiğini Paris’te yıllarca düşünmüş. Abdülhak Şinasi Hisar ve Şefik Hüsnü ile birlikte. Şefik Hüsnü’nün edebiyatla bu kadar yakın ilgisi olduğunu bilmiyordum.
Cemal Süreya

Hiç yorum yok:

Modern zamanların samimiyetsiz ilişkileri üzerine...

Her düşünceden, her görüşten çok sayıda arkadaşı olmak...Bana göre bu, köşeleri olmamak, demek olup şahsiyet yokluğunu gösterir.   Herkese m...