1 Eylül 2013 Pazar

Her birimizin evinde boya küpü var!

Biz insanlar dünyaya gözlerimizi açtığımızda en yakınımızda anne babalarımızı buluruz. Çok geçmeden suret ve siretimiz onların inancına, değerler sistemine göre şekil alır. Bu bakımdan bırakın her bir toplumu, her bir ailenin evinde bir boya küpü vardır. Ve biz doğumumuzdan ilk gençlik yıllarımıza kadar o boya küpünün içine sayısız defa girer çıkarız. Sonra da en hakiki boya küpünün bizimki olduğunu iddia eder, her konuda “doğrucu Davut” olur çıkarız. Doğrusu, gülmemek elde değil.
İnsan şifa kabul etmez bir aptaldır.
İşte bu bakımdan insan şifa kabul etmez bir aptaldır.İnsanın aptallığı başka boya küplerinin varlığını kabulle ve hatta boya küplerinin reddiyle yavaş yavaş asgariye iner. Son tahlilde aptallık hiçbir zaman sıfırlanmaz bir olgudur. Bu belki bahs-i diğer, ama insanlığın da bir açmazıdır.
Eğitimin asıl işlevi
Eğitim bu gerçeklikleri insana vermiyorsa asıl işlevini yerine getirmiyor demektir. Ne yazık ki bu ülkede anne babalar, çocuklarını ilkokul birinci sınıfa hangi zihin yapısıyla uğurladılarsa çocuklar da lise son sınıfta son gün aynı zihin yapısıyla dönüyorlar anne babalarının yanına. Bu tuhaf ve ilginç bir durum, düşünmeye değer.
Bu ülkede anne babalar çocuklarını niçin okuturlar?
Bu ülkede anne babalar çocuklarını daha ziyade ekmek aş sahibi olsunlar diye okula gönderiyorlar. Bizim gibi zor şartlarda çalışmasınlar, bir masa başı iş bulsunlar, hazineden kolayca tasasız bir şekilde geçinsinler istiyorlar. Zihniyet bağlamında ise bizim değerler sistemimizi, inancımızı öğrendikleriyle daha da tahkim etsinler, aman bizden ayrı ve gayrı asla ve kat’a düşmesinler ilh. istiyorlar. Zira sürüden ayrılanı kurt yer onların hesabınca.
Evvela bu boya küpü kırılmalı. Yeni yetişen neslin bu dar çemberi kırabilmesi için aydınlanmacı fikirlerle meşbu öğretmenlere ihtiyaç var. Bu ise üç-beş yılda halledilecek bir mesele asla değil.
Aydınlanmacı felsefeye/düşünceye büyük bir aksülamel var.
Toplumda aydınlanmacı felsefeye/düşünceye büyük bir aksülamel olduğu açık. Bu yakın tarihimizdeki kimi uygulamalardan mütevellit bir durum. Hatta bu sebeple halk muhafazakâr iktidarı yüzde elliyle iktidar yapmıştır. Şimdilerde erken Cumhuriyet dönemindeki katı pozitivist tutum/durum da olmadığına göre halkın aydınlanmacı felsefeye/düşünceye olan aksülamelinin dayanağı boşa çıkarılmıştır denebilir. İşte böyle bir ortamda eğitimde ciddi bir dönüşüm gerçekleştirmek gerekir ki Türkiye dünya sathında gerçek aktörlerden olabilsin.
Fakat görüyorum ki yobazlık galebe çalmaktadır. Gerçek bir dönüşüm için umutlarım tükenmektedir. İktidar toplum olarak içine girdiğimiz boya küpünün tek gerçek boya küpü olduğunu düşündüren icraatlar yapmakta ya da bu icraatlara hazırlanmakta.
İmam Hatipleri canlandırmaya gerek var mı?
Ben İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Ama İmam Hatipleri canlandırmaya gerek var mı? Kanaatim odur ki Türkiye’nin dindar nesillere değil dini bilen nesillere ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’de dindar kesimde de dindar olmayanlarda da perspektif sorunu var. Bu perspektifi bin yıllık tarihimizi yapan İslam’ı, gerçek anlamıyla tanıyarak bilerek ediniriz. Aksi takdirde ayağımızın basacağı sabit alandan mahrum olacağımız için kendimizi hakkıyla tanıyamayacak şekilsiz, iliksiz, usaresiz bir toplum olarak hayatiyetimizi sürdüreceğiz, sürdürebilirsek.
Dikkat edin burada bütün okullar imamhatip olsun demeye getiriyorum fakat kast-ı mahsusam katiyyen iktidarınkiyle aynı değil. İktidar dindar nesil yetiştirmenin peşinde, ben dini bilmenin peşindeyim.
Sözgelimi din bilinmeden edebiyat öğretmeni olunmaz, tarih öğretmeni ise hiç olunmaz. Son bin yıllık tarihimiz İslam bilinmeden nasıl anlatılır anlamış değilim. Gene son bin yıllık edebiyatımız İslami perspektiflerle üretilmiştir. Bu bin yıllık edebiyatın son yüz elli yılı ise Batı tesiriyle imal edilmiş. Bunu da anlamak için İslam'ın daha çok anlaşılmasına ihtiyaç var. Çünkü biri diğerinin zıddı. Hakikat ise zıdlardan müteşekkil. Hakikatin bütününü görmek için zıdları da içine alacak bir bakış açısı geliştirmek zorundayız ilh. 
Mevlana’nın pergel metaforu
Tam da burada Mevlana’nın pergel metaforunu hatırlatmakta yarar var. Pergelin sabit ayağı bütün bir değerler sistemimizde, tarihimizde olacak diğer ayağı insanlığın müktesebatında. Ancak bu takdirde yobazlıktan ve içine girdiğimiz boya küpünün blokajından kurtuluruz.
Biz insanlar karanlık, dar bir mahbesin/mahzenin içine doğarız.
Biz insanlar karanlık, dar bir mahbesin/mahzenin içine doğarız. Bize öğretilen şeyler içine doğduğumuz mahzenin duvarına bir delik açmak gibidir. O delikten içeriye bir ışık huzmesi girer. Bu ışık dalgası içeriyi loş yapar. Biz yıllar boyu bu loş ortama alışırız. Ve zannederiz ki dünya bu mahzenden ibarettir. Oysa mahzenin dışında muazzam, mucizevî, uçsuz bucaksız bir dünya vardır ve bu gerçeği daima ıskalarız.
Dünyayı Çamlıca köyünden ibaret zannediyordum.
Bendeniz 1979 doğumluyum, 1990’lara kadar köyümden dışarı çıkmamıştım. Başka şehirlerin ülkelerin varlığından haberdar olsam bile dünyayı Çamlıca köyünden ibaret zannediyordum. Çünkü dünyam o kadardı. Sözgelimi evimizde televizyon bile yoktu.
Şimdi bu bağlamda hepimiz aynıyız, değişen bir şey yok. Zannediyoruz ki (tabi çoğumuz) dünya bizim zihnimizdeki dünya. Ama değil. Bizim zihnimizde taş çatlasa beş yüz kavram var. Bu demektir ki eğer bir de bazı şeyleri körün değneğini bellediği gibi bellemişseniz beş yüz kavramlık bile değil sizin dünyanız.
Sonuç…
Bütün boya küplerinin canını cehenneme göndermeden içine doğduğumuz mahzenin dışına çıkamayız. Bunun için kendini, tarihini ve dünyayı bilen, aydınlanmacı hocalar yetiştirmeliyiz ve bu hocalar biraz da kendilerini yetiştirmeli. Her şeyi başkalarından hele hele devletten hiç beklememeli…
sb 26/02/2012


Hiç yorum yok:

İşte benim idarecilik maceram!..

İşte benim idarecilik maceram!.. Hani şair benim bir de İstanbul maceram var, der ya işte o hesap benim de idarecilik maceram var. Şairin ma...