3 Aralık 2013 Salı

Birkaç yazı birden -4


Cemil Meriç Erbakan'a bir kitabını şu ifadelerle imzalıyor.
‎"mazlum bir milletin(islam milleti/ümmetinin)gasbedilen haklarını (gasbedeilen hak bence ilim sb)tekrar istirdat için siyaset sahnesine atılma cesaret, celadet ve mesuliyetini göze almış olan Erbakan Beyefendi'ye..."

***
MODERN ZİHİNLERİMİZ
Modern zaman insanının mutlak olanla yani yaratıcı kudretle ilişkisi birtakım ritüellere hapsedilebilir mi, veya edilmeli mi? Elcevap: Kat’i surette hayır.

Modern zaman insanı artık şunu anlamalı ki yaratıcı kudretle ilişki biçimi hiç olmadığı kadar çeşitlenmiştir bugün. Niye, diye sorulabilir. O vakit biz de insan aklını, zihnini çevreleyen kalın duvarların eğitim, sinema, televizyon vs. sayesinde yıkılması veya o duvarlarda gedikler açılması deriz.

Bugün asırlar öncesinin yaratıcıyla olan iletişim biçimini veya ilişki biçimini topluma dayatmak, belli başlı dini ritüellerin dışında herhangi bir ilişki veya iletişim biçimini kabullenmemek hakiki manasıyla ilimden, nurdan nasiplenememek anlamına gelmektedir.

Bir yakınım bana soruyor: İçimdeki sıkıntıyı giderecek dualar var mıdır? Ben de ona diyorum ki bir şey istemek, -bu Allah da olabilir, fark etmez- bana hiç doğru gelmiyor. O bana sen tam bir kafir gibi düşünüyorsun, diyor. Ben de ona şöyle cevap veriyorum: Allah sana senin isteyemeceğin kadar şeyi, sen istemeden sana bahşetmiş. Bu durumda zımnen sana bahşettiği bu nimetler sebebiyle ölene kadar bir şey istemek bağlamında benim kapıma gelme diyor. Özellikle akıl nimetini kullanarak bütün sıkıntılarını halledebileceğini üstü örtülü olarak beyan etmiş zaten diyorum. Bütün klasik algı altüst oluyor. Aramızda bu konuşma geçerken haber sitelerine şu haber düşüyor: Bayburt’ta nişan evi çöktü. 33 yaralı hastaneye kaldırıldı. Bu haber eleştirdiğim zihniyetin defolarını olduğu gibi orta yere boca ediyor. Tahmin ediyorum orada o olay için takdir-i ilahi diyenler bile olmuştur. Allah’a bühtanın bu kadarına da pes doğrusu.

Yukarıdaki mevzuları daha anlaşılır kılmak için şu birkaç örneği de vermek istiyorum: Modern zihin bir futbol maçı izlerken bile mutlak iradeyle iletişim veya ilişki kurabilir. Dünyanın en pahalı futbolcularını transfer et, sonra git Barceleno’dan 5 ye.Olacak iş mi? Buradaki seyir zevki düşünen beyni Allah’a hiçbir dini ritüelin götüremeyeceği kadar götüreceği kesindir. Ne görüyoruz sahada: Mükemmeliyet. Tribünlerde muazzam bir nizam, intizam. Sahada seyrine doyum olmaz bir oyun. Yüz bin kişinin aynı esnada aynı sesleri çıkartması. Bütün bunlar ve daha fazlası mutlak manada kusursuz ve mükemmel olanla buluşturmaz mı insanı. Mesela şöyle demez mi insan. Allah’ım ben işini bu kadar iyi yapan Çavi, Iniesta, Messi ile insan kardeşi miyim? Düşünen her beyin bunu der ve bu futbol karşısında haşyet duyar. İşte bu da modern insanın Allah’la kurduğu ilişki biçimlerinden sadece biridir.

Aynı şeyler bir sinema filmi izlerken de olmaz mı? Bir sinema filminde öyle bir insanlık gerçeğiyle karşılaşırız ki kendimizden geçeriz. Ağlarız veya güleriz. Özellikle ağladıklarımızla Allah’a yaklaşırız. Ruhumuz o esnada bütün kirlerinden, paslarından arınmış, kuş gibi hafiflemişizdir. Bu hafiflediğimiz hallerde biz neyiz, neye yaklaşırız? Tabiî ki yüce yaratıcıya. Şimdi bunu hakiki bir ibadet olarak görmemek kimin haddine? Hangi namazda bu ruh halini yakalarız. Bu ruh hallerini ben namazlarımda yakalıyorum diyene biz de o vakit deriz ki ‘gel bu çeşit de ibadet et, Allah’ın bir başka güzelliğini bir de bu yolla temaşa etmiş ol.’ Bu durumda kişioğlunun kaybedeceği bir şey yok.

Öyleyse modern zihinlerimiz tekdüze düşünme biçiminden derhal sıyrılmalıdır. İşte o zaman hakikatle ve her şeyle hakiki bir iletişim ve ilişki kurmuş oluruz.

OCAK 2011
****

İTİN ÖNÜNE OT, ATIN ÖNÜNE ET KOYMANIN SAÇMALIĞI

Oscar Wilde dünyanın, rollerin alabildiğine kötü dağıtıldığı tiyatro sahnesi olduğunu söylemişti. Pek haksız da sayılmaz.

Bu bahsi üniversite sınavı bağlamında onun hangi canlara kıydığını göstermek bağlamında ele almak istiyorum.

On iki sene eğitim verdiğiniz insanın istek ve arzularını tespit edip başka bir yöntemle üniversiteye yerleştiremiyorsanız klasik tabirle şapkanızı önünüze koyup düşünmelisiniz.

Herkes kendinden veya yakın çevresinden birçok örnek verebilir yanlış seçimlerin nelere mal olduğuna. Bir köy çocuğu düşünün iki lafından biri hayvanlarla ilgili. Takdir edersiniz ki böyle biri veterinerlik okumalıdır ama okumuyor. Bunun yerine marifetmiş gibi gidip hukuk okuyor. Sonra da koca bir hayata yazık ediliyor. Öğretmen ve veliler bu düzene çanak tutuyor ve genç nesillerin canına ot tıkıyorlar. Bunu da çoğu zaman zevkle yapıyorlar. Bu bahiste veli toplantılarında konuşulan şeyleri örnek verebiliriz. Bu da bahs-i diğer.

Meselenin hal çaresini göstermek aslında asıl gayem. Öğretmeni iyi seçecek ve sonra da iyi yetiştireceksiniz. İyi yetiştirdiğiniz öğretmen Ahfeş’in Keçisi gibi olmayacak yani sallabaş olmayacak. Kılı kırk yaracak, eleştirecek, cesaret ve celadet örneği olacak.

Öğretmeni üniversite sınavı gibi saçma bir sınavla seçemeyeceğimiz son derece açık. Kılı kırk yaracak, eleştirecek, cesaret ve celadet örneği olacak insanı bu sınavla seçmek hemen hemen imkansız. Bu sınavla öğretmenlikle hiç bağdaşmayacak insanları seçmenizse çok muhtemel. Adam uçarı bir tip, aklına yediremediği bir şeyi öğrenmede motivasyon eksikliği yaşamakta mesela. Bir diğer tip ise görev adamı, kendisine verilen işi emir eri gibi yerine getirmede üstüne yok. Şimdi soruyorum hangi tip öğretmen olmalı? Cevaplar muhtelif olabilir. Ama toplumun dönüşmesini ve sorunlarına köklü çözümler üretmesini istiyorsanız cevabınız ilkinden yana olacaktır.

Türkiye’deki fotoğrafta, teşbihte hata olmasın, itin önüne ot, atın önüne et koymaktan başka bir görüntü yansımıyor. Bu mesele sadece öğretmen seçiminde değil hemen her konuda cari bir mesele. Meseleyi öğretmenin seçimi ekseninde teksif etmemizin nedenine gelince bunun nedeni, öğretmenin diğer pek çok problemin çözümünde oynayacağı başat rol.

29/03/2011
***

İNSAN NE İÇİN YAŞAR YA DA İNSAN NE İÇİN YAŞAMALIDIR?

İnsan ne için yaşar ya da insan ne için yaşamalıdır? Bu soruya cevap vermeden önce çoğunluğun verdiği cevaplara bakalım önce: Çoğunluk zımnen çoluk çocuğa karışmak ve onların iaşesini temin için çalışmak, çalışmak diye cevap veriyor bu soruya. Bu cevap insanı akim bırakan cevap. Neyden? Hayatın tüm güzelliklerinden. Hayatın güzelliklerini yaşamak ya da hakkıyla yaşamak için önce onların farkına varmak gerekecek. Hayatla ilgili farkındalıklar ise kavramlarla kavram dünyasının oluşmasıyla mümkün.

Kavramlar zihnimizde nasıl kök salar, dal budak sarar: 1.Okuyarak. 2.Yaşayarak. Ama neyi ve nasıl? Bu mesele çok gezen mi çok okuyan mı çıkmazına çıkarmasın bizi. Ben okumayı önceliyorum. Sonra yaşamak. Gerçi bu birbiriyle at başı giden bir süreç. Birini diğerinden ayırmak pek mümkün gözükmüyor.

Okumaya daha çok şöyle bir anlam yüklüyorum: Her şeyi ama her şeyi mefhum-u muhalifiyle düşünmek, muhakeme etmek. Aslında bu da hakikat tarifimle ilgili bir şey. Kemal Tahir gibi söyleyecek olursak, hakikat zıtlardan müteşekkil, çok veçheli, değişken bir şey.Yani bir kere ele geçirdik mi sürgit avucumuzda tutacağınız somut bir şey değil. Bu hakikat tarifi insanı yobazlıktan çekip alan bir tarif. Böyle düşünmeye başladığınızda sizin için her şeyin anlamı yeniden kurulacak demektir. Bu da kavram dünyasının yeniden oluşması demek.

İnsanların birden çok kimlikleri vardır. İlki nüfus cüzdanı/kimliği. İkincisi kültür kimliği. İkincisi somut bir şey değil tabii. Kimliklerimizin ilkinde yani nüfus cüzdanında yazan bilgilerin tayininde bizim hiçbirimizin bir etkisi, katkısı yoktur. Olması da beklenemez. Kimse ne anne babasını seçebilir ne de cinsiyetini veya din hanesinde yazan dini. İkinci kimliklerde yani kültür kimliklerimizde yazanlara gelince esasında onda da bizim pek bir belirleyiciliğimiz yoktur. İşte bu, bizim ne için yaşarız sualine babam, anam, atam ne için yaşadıysa şeklinde gene zımnen cevap verdiğimiz anlamına gelir. Bu biraz da yaşamıyoruz demektir.

Eğer ben bir şahsiyetsem ve bir akıl sahibiysem bu suale kendimce bir cevap vermem gerekir. Benim bir şahsiyetim yoksa o durumda benim şahsiyetli bir hayatım da yok demektir.

İnsanlar kendi kültür kimliklerini, ne için yaşamalıdır sualine doğru cevap vermeleri için mutlaka kendileri oluşturmalıdırlar. Bu nasıl olacak? El-cevap: Cehtle.Yani cihatla. Neyle savaş. Bize hayat adına ve hayata dair söylenen doğruluğundan kuşku duyulmayan her şeyle savaş. Aksi takdirde bize söylenen/öğretilen/belletilen biz farkında olmadan bize enjekte edilen şeylerin hiçbiri bizim malımız, canımız Cemil Meriç gibi söylersek, etimizin eti kemiğimizin kemiği olmayacak. İşte bu yaşadığımız hayatın kendi içinde sığlaşması, basitleşmesi demek. Sığ bir zihin dünyası hayatı da sığ addedecek. Böyle bir kişinin yatları, katları olması bu gerçekliği değiştirmez. Bir filimde şu söz ilgimi çekmişti: “Para insanın cebine ideolojisiyle birlikte girer.” Ben bu sözü şöyle şerh etmiştim: “Afedersiniz, eğer para bir öküzün cebine giriyorsa -tabirimi mazur görün lütfen- o para öküzce harcanacak demektir.

Hülasa-i kelam insan ne için yaşar ya da insan ne için yaşamalıdır sualinin cevabı oldukça çetrefil bir cevap. Cevabın çetrefil olması bizi asla bu yoldan alıkoymamalı.

28/03/2011

şiirsel bir röportaj

Han Duvarları”, 80-90 yıl önceki Anadolu’yu anlatan şiirsel bir röportajdı aynı zamanda...çetin altan
***

Korkma sönmez bu ocak

Korkma sönmez bu ocak, yeterince odun var, diye bağırdığında; halk bunu “İstiklal Marşı”na bir hakaret olarak mı algılıyor; yoksa bir kalkınma hamlesi olarak mı?.. çetin altan
***

Boğayı boynuzundan yakalayan bir fıkra

Demirel'in "ben olmasaydım darbe olurdu" yönündeki sözlerini hatırlatan Ensarioğlu, Nasrettin Hoca'nın fıkrasıyla gönderme yaptı: "Birisi yolda giderken hocaya şemsiye tutmuş. Ben olmasaydım hoca, sen ıslanırdın yağmurda. Bunu birkaç defa söyler. Sonra hoca kendini havuza atar ve bundan fazla ıslanır mıydım der. Demirel de diyor 'ben olmasam ihtilal olurdu.' Keşke olsaydı, çünkü post moderni anlatamıyoruz.
***

Güzel espri!..

Server Bedi için "Peyami Safa Bey onun evinde oturur" derlerdi, benim öyle bir övüncüm bile yok. Taha Kıvanç

Buradaki espriyi kavrayamanlar varmış. Server Bedi Peyami Safa'nın müstear ismi, Taha
***

SINAV SORUSU

Aşağıda dilin dört farklı kullanımına örnekler verilmiştir. Bu cümlelerin karşısına parantez içinde verilen kelime ve kelime gruplarından uygun olanını yazınız. (kavram, terim, imge, günlük dildeki kullanım) 10 puan

a.Duyular dünyasının gerçeklik derecesi, idealar dünyasındakinden daha azdır, biri asıl, öteki de bunun kopyasıdır. ………….

b.Akşam size geleceğiz. …………

c.Denize bakan evler gibiydik seninle …………….

d.DNA, hücrenin ortasındaki, kromozom adı verilen 46 tane çok uzun ve çok ince iplikçiğin içindedir. ….. 30/10/2011

Aruz ölçüsünün hece ölçüsüne faikiyetini/üstün olup olmadığını tartışınız.

Türkçede altı çeşit hece vardır: o, el, ilk, su, kül, kurt gibi. Hece ölçüsünde hepsi aynı ses değerine sahiptir. Oysa aruz ölçüsünde bu durum oldukça farklıdır: Ünlüyle biten heceler açık hece, ünsüzle bitenler kapalı hece sayılır. Ünlüyle biten hecenin ünlüsü uzun ünlü ise bu durumda hece kapalı sayılır. Şu tür heceler ise “dost, çeşm, âb, aşk, yâr” vezin de gerektiriyorsa bir kapalı bir açık hece yani bir buçuk hece sayılır. Hem zengin ses değeri, hem de şiirin bütün mısralarında açık ve kapalı hecelerin alt alta gelme zorunluluğu -bu da sistematik ses ahengi demek- aruz ölçüsünü hece ölçüne üstün kılar.
***


Kurmacanın gerekli olup olmadığına dair düşüncelerinizi gerekçeleriyle birlikte yazıp ‘Kurmaca gerçeklik gerçekten daha değerlidir.’ sözünü tartışınız.

Kurmaca bize hayatın ilk bakışta göremediğimiz yönlerini gösterir.Kurmacada çeşitli insanlık gerçekleriyle buluşur, kendi gerçekliğimizle farklı insanlık gerçeklerini karşılaştırırız. Böylece hayat ve kendimiz hakkında farkındalıklarımız artar.

Buradan kurmaca gerçekliğin gerçekten daha değerli olup olmadığı tartışmasına gidebiliriz. Evvela gerçek dediğimiz ve yaşadığımız hayat gerçekten bizim hayatımız mıdır? Biraz düşündüğümüzde yaşadığımız hayatın da kurmaca/ ısmarlama bir hayat olabileceği gerçekliğiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu belki kabulü zor bir şey, belki travmatik sonuçları olabilecek bir şey. Ama bir kere yaşadığımız hayatın kurmaca/ ısmarlama bir hayat olabileceği gerçekliğini kabul ettik mi iflah olmaz bir hastayızdır artık. Kimin gözünde? Alışkanlıklarıyla mesrur ve mağrur geniş kitlelerin gözünde. Esasında şunu anlatmak istiyoruz: İçine doğulan kültür, mensuplarına/üyelerine deli gömleği giydirir.İşte kurmaca ve onun sunduğu gerçeklik (destan, masal, halk hikayeleri mesnevi /manzum hikaye, roman, hikaye, sinema, tiyatro) bütün bunların farkına varmamızı sağlar.

"Ezcümle kurmaca gerçeklik gerçekten daha değerlidir çünkü biz kurmaca gerçeklik sayesinde hem gerçeğin ne olduğunu öğrenir hem de o gerçeği daha iyi yaşama imkanını buluruz.

Olay örgüsü ve olay zinciri terimleri hangi metin türleri için söz konusudur/kullanılır, aralarındaki en temel fark nedir?
Olay örgüsü kurmaca metin türleri için kullanılır, olay zinciri kişisel hayatı konu alan metin türleri ve tarihi metinler için kullanılır.

Olay örgüsünün söz konusu olduğu kurmaca metinlerde olaylar kronolojik sıraya göre verilmek zorunda değildir. Olay örgüsü, olayların kurmacanın ve temanın öngördüğü ya da gerektirdiği biçimde merak unsurunu arttırıcı bir şekilde düzenlenmesidir. Olaylar arasındaki nedensellik, merak unsurunu arttırmak için hemen verilmez/kurulmaz.

Olay zincirinde ise olaylar kronolojik sıraya göre verilir. Olaylar arasındaki nedensellik bağı sonraya bırakılmaz hemen verilir.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere aralarındaki en temel fark olaylar arasındaki nedenselliğin veriliş sırası ve şekli.ÇETİN ALTAN YAZIYOR
Prof. Dr. Eser Karakaş’ın Anayasa’nın 73’üncü maddesinde “tek bir kelime”nin değiştirilmesiyle; T.C. vatandaşlarının, “vatandaşlık bilinci”ne nasıl bir anda kavuşabilecekleri önerisi de, hayran bir şaşkınlığa uğrattı bendenizi.
* * *
İşte Anayasa’nın 73’üncü Maddesi:
“Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.”
* * *
Yüksek rütbeli militerlerin eşlerine de, resmi arabalarla şoförler tahsis ediliyor ve onlara harcanan paralar da; “resmi giderler”den sayıldığı için, vatandaşların ödedikleri vergilerle karşılanıyormuş.
* * *
Prof. Dr. Eser Karakaş, Anayasa’nın 73’üncü maddesindeki “kamu giderleri” saptamasının; “bir kelime” değişikliğiyle, “kamu hizmetleri” olarak düzeltilmesini öneriyordu, yapılacak yeni bir Anayasa’da.
* * *
Şimdiye dek bir tek siyasetçi bile durmamıştı, vatandaş vergilerinin “kamu giderleri” genellemesiyle, nerelere harcandığı ve gerçekte nerelere harcanmaması gerektiği üstünde.
* * *
Prof. Dr. Eser Karakaş’ın önerisi; şayet görmezlikten gelinirse, vatandaşların bir tepkisi olur muydu, olmaz mıydı?
***

Beşir Ayvazoğlu yazıyor
Kime ait olduğunu unuttuğum bir karikatürü hatırladım: Siyahî bir Afrikalı, kendisine "Sizin tankınız, topunuz, tüfeğiniz var mı?" diye soran Avrupalıya şu cevabı veriyordu: "Hayır beyim, biz vahşi insanlarız!"
***

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ
Milli bayramlarımız Osmanlı gibi büyük bir milletin bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışmıyor. Dört asır bizim maiyetimizde yaşamış bir millete karşı kazandığımız mücadele on yıllardır gereğinden çok büyütüldü. Artık bu kompleksten de vazgeçelim diyorum. Ne demiş Baki Hazretleri : "Aldın hezar bütgedeyi mescid eyledin /Nâkus yerlerinde okutdun ezanları." Binlerce puthaneyi aldıp mescid eylemiş ve çan çalınan yerlerinde ezan okutmuş Kuran okutmuş bir milletin mahdumları, evlatları olarak bir duruşumuz olmalı. O duruş yeri geldiğinde cihanı titretmeli. Vesselam...
***

Tavuk Toplum

Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. "Tavuk Toplum", önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının aalındığının farkında bile olmaz. Darwin
***

SU
Sular yükselince, balıklar karıncaları yer...
Çekilince de karıncalar balıkları... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir... Çünkü kimin kimi yiyeceğine "SU" karar verir..
***

KONJONKTÜR DEĞİŞMEDİ Mİ?


İstilklal Marşı'mız "korkma" diye başlıyor. Bu sinen, dayak yiyen boksöre onu cesaretlendirme babında verilmiş bir emir. Artık konjonktür değişmiş, bu psikoloji yerini kendinden emin, ne yaptığını bilen, tarihiyle barışmış onunla henüz yüzleşmemiş de olsa bu millet için böylesi bir giriş yakışık almaz. İstiklal Marşı'na böyle bir pencerden bakıldığında kim bilir neler söylenecek, neler düşünülecektir.Tabii her şeye kutsallık atfeden kafa yapısı bu görüşümü derhal reddedecektir. Benimkisi sadece bir teklif. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Ne dersiniz biraz düşünelim mi?
***

Okul kitaplardaki metinlerin 4 niyeti vardır:

1.Metnin yazarının niyeti

2.Metnin okurunun niyeti

a.Öğretmenin niyeti

b.Öğrencinin niyeti

3.Metnin niyeti

4.MEB’in niyeti

***
Erbakan
Refah Partisi’nin kapatıldığı gün herkes patlamaya hazır bomba gibiyken Hoca, “Tarihin akışı içinde bu kararın zerre kadar önemi yoktur” diyecek kadar sakindi. Mustafa karaalioğlu

Hohlaya hohlaya buz dağlarını eriterek" anti Kemalizm'i, anti Siyonizm'i, anti emperyalizmi, İslam Birliği ülküsünü siyasetin göbeğine taşıdı. Hakan albayrak Erbakan için

***
Fenerin Lugano'su Galatasaray maçı için iki takımda savaşacak

Fenerin Lugano'su Galatasaray maçı için iki takımda savaşacak diyor. Mübarek sanki meydan muharebesine çıkıyor.Allah'ın cahili. Milyon avrosu olması Lugano'yu adam yapmaz.Yazık ki ne yazık!Böylelerine acınır yalnızca.Futbolun spor ve barış olduğunu, centilmenlik olduğunu savunanlar bir daha çuvalladılar.Böyel bir dil insanı insana kırdırır başka bir işe yaramaz.Hele bir de Kurtlar Vadisi komedyası var ki diyecek söz bulamıyorum.Şiddet ancak bu kadar güzel körüklenir.Bir beyinsizlik numenesi olarak her perşembe milyonlarca b... ekran başına topluyor...

***

KADDAFİ İÇİN K.MISIROĞLU SÖYLÜYOR

KEDİYİ DÖVECEKSENİZ BİLE KAPIYI AÇIK BIRAKACAKSINIZ. KADDAFİ İÇİN K.MISIROĞLU SÖYLÜYOR

***
Erbakan Hoca lastik gibidir


Erbakan Hoca lastik gibidir. Basıyorsun yamyassı oluyor. Ezdim sanıyorsun. Bıraktığın zaman eski haline geliveriyor.

***
General mi paşa mı?

Paşa özbeöz Türkçe bir kelime. Eskiden bir ailenin en büyük oğluna baş ağa deniliyordu. Baş ağa, zamanla başaaa diye telaffuz edildi. Başaaa da zamanla paşa zarafeti ve asaletiyle dilimizde yer etti.Y B BAKİLER
***
İÇİNE DOĞULAN KÜLTÜR EVRENİ ELEŞTİRİSİ-1

ANLAMIN NASIL GERÇEKLEŞECEĞİ SORUNSALI


Bize öğretilenler veya okuduklarımız zihin haritamızda herhangi bir yere karşılık gelmiyorsa ve karşılık geldiği yere monte edilmiyorsa anlam gerçekleşmiyor demektir.Bu durumda öğrendiklerimiz zihnimizin tavanında asılı kalır. Zihnimizin tavanında herhangi bir rabıta olmaksızın asılı kalanlar, bir süreliğine yer çekimine meydan okuyabilir ama işimize yaradığının hemen akabinde muhtemelen sınav sonrası gene zihnimizin o karanlık mağaralarının dipsiz kuyularına yuvarlanır gider.Bir daha ara ki bulasın! Bu yüzden birçoğumuz yıllarca okumuşuzdur ama içimizde yıllarca okumuş olmanın boşluğunu duymaktan kurtulamayız.

Esasında her insan bir kültürün içine doğar ve o kültürün boyasıyla boyanır. Bu bir zorunluluktur. Bundan istesek de kaçamayız. -Bu arada hiçbir kültürün diğerine bir faikıyeti olmadığını da belirtmeliyim.- İçine doğduğumuz kültür bize bir anlam haritası sunar. Biz her şeyi ama her şeyi içine doğduğumuz kültüre göre yorumlarız. Adeta o bizim dünyaya, hakikate açılan penceremizdir. Bu pencereden görüldüğü kadarıyla görebiliriz dünyayı ve gerçeği. Bütün mesele gördüğümüzün yeterli olup olmadığıdır.

Dünyamızı genişletmek tabir caizse çoğaltmak için zihnimizin karanlık dehlizlerinde içine doğduğumuz kültürün açtığı pencerelere eş hatta ondan daha geniş ve büyük alanları, ufukları gösterecek pencereler açmak gerekecek. Bunun için de anlamın, anlamanın gerçekleştiği öğrenme ve ilim ve irfandan nasiplenme şart.

Burada Eflatun’un mağara istiaresini hatırlatmak yerinde olacak.Bu istiarede insanlar bir mağarada mağaranın kapısına arkaları dönük, zincirli olarak oturmaya mahkumdurlar. Mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen şeylerin/nesnelerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin gölge olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan ettiğine inandıramaz.

Bizim okuyan insanımızın çok azı Eflatun’un mağara istiaresinde olduğu gibi içine doğduğu kültürün zihinlerine vurduğu prangaları kırabilir. Şöyle bir ön kabulden hareket edilir.Zaten benim ait olduğum kültür mükemmel.Öyleyse bu mükemmel olan kültürümü okuyarak daha da tahkim edeyim.Bu yanılgı sebebiyle zihinlere vurulan zincirler kırılamıyor, zihinlere vurulan zincirler kırılamayınca da toplumun hakikat tasavvuru buna paralel olarak dünya algısı çok dar ve sığ olmaya devam ediyor.

Anlamın gerçekleşmesi her şeyden önce doğru bir zihin inşasıyla mümkündür. Kendinin ve çevresinin kültürünün mutlak doğruluğunu, iyi ve güzel olduğunu düşünmek farkında olmadan zihnimizi bloke etmektedir.Bu blokaj nasıl kaldırılır. Enerjimizin çoğunu bu noktaya yoğunlaştırmak zorunluluğu var.

Tuttuğunuz siyasi parti siyasi güç olarak güçlü olabilir. İktisaden de çok güçlü olabilirsiniz. İnsanları beton duvarlar arasında çok konforlu bir şekilde de yaşatabilirsiniz. Ama duyan, düşünen insan için başka gereksinimlerin olduğu gerçeğini inkar edemezsiniz. İnsanların karınlarını doyurmak, onları çok konforlu bir şekilde yaşatmak yetmez. Sanat, edebiyat ve her türlü ilimden beslenen ve tabiatıyla alıcılarını her daim açık tutan “her dem yeniden doğarız bizden kim usana” sözünün hakikatini anlamış insan tipinin inşası için kolları bugünden sıvamak zarureti var.Anlamın, anlamanın gerçekleşmesi için mevcut kültürümüzün anlam haritalarından hareket edip ve onunla da yetinmeyip mevcut kültürümüzün üstüne basarak yeni anlam haritaları oluşturma zorunluluğumuz var. Çeşitli meselelere dair farkındalıklarımız arttıkça daima yenilenen zihin haritasına ve hızla akan zihin trafiğine sahip oluruz.
sb10.03.2011

İÇİNE DOĞULAN KÜLTÜR EVRENİ ELEŞTİRİSİ-2

İnsanlar kaçınılmaz olarak bir kültürün içine doğarlar.İçine doğdukları kültürün doğru ve yanlışlarıyla ilgili zerre katkı sahibi değiller. Herkes ait olduğu ya da içine doğduğu kültürü o kadar benimser ki onun üzerinden tartışmaya dahi girmez.Bu esasında çok absürt bir durumdur.Düşünen beyinleri bu hususta düşünmeye davet ediyorum.

Hz. Ali’nin başından geçen bir olay anlatılır. Bir savaşta düşmanını altına almış tam öldürecekken adam, Hz. Ali’ye tükürür. Hz. Ali adamı öldürmekten vazgeçer.Zira adamı Allah için öldürecekti.Şimdi ise işe nefsi karışmıştır. Anlamadığım husus şu:Allah’ın yarattığını gene onun rızası için öldürmek açıklanabilir bir şey midir?Burada cihat kavramını sorgulamıyorum aslında.İslam peygamberi bir kılıç peygamberidir.Bunda şüphe yok.İslam tarihinin ilk savaşı Medine’de değil de Mekke de olsaydı şüphesiz bu da eleştiri konusu olabilirdi.Kapına seni öldürmeye gelmiş olana buyur öldür denilmez.

Burada temel bir soru da şu:Hayata hangi anlamları yükleyeceğiz ve bizim kültürümüzün, inancımızın dışındaki insanlara ne nazarla bakacağız ?

Andre Gide (Andre Jid) bir kitabında insanın bizatihi nefes alıp vermesini ibadet olarak gördüğünü yazıyordu.Ben bu düşünceye bütünüyle katılıyorum.Bize bir hayat bahşedilmiş. Bir kişi çıkıp ‘bahşedilen bu hayat nimetini reddediyorum, kimse de karışamaz, hayatımı sonlandırıyorum….’ diyebilir.Demiyorsa ki demesi tam bir küfran-ı nimettir, bizatihi yaşamak da bir ibadet olmuş olur.

İnsana bahşedilen bu hayatta hiç kimse kimseye kendi hayatını o hayatı yapan düşünce sistemini, değerler bütününü empoze edemez. Bu bizim inancımız gereği, Allah rızası için olsa dahi. Tek bir yaşam formu dayatmaya kalkmak esasında Allah’a bir küfürdür. Yani bu da başka bir açıdan kafirliktir. Biraz daha ileri gidip herkes benim gibi olacak, benim gibi düşünecek, benim gibi dini ritüellere katılacak demek farklı dünyaları reddetmek ve bu faklılıkların kaynağı ilahi kudreti tek noktaya/kültüre/inanca irca etmektir. Bu, farklılıkları yok sayan, ona yaşama hakkı tanımayan çok tehlikeli bir şey.

Gene burada Allah’ı nasıl anladığımız ve onun yarattığı dünyayı Allah’la nasıl irtibatlandırdığımız meselesi önem kazanmaktadır.

Allah açıklanamaz, aşkın bir varlıktır. Biz O’nu ancak yarattıklarından hareketle anlamaya çalışırız.Her şey O’ndan neş’et ettiğine göre mülk O’nun, ilim O’nunsa yapılması gereken O’nun mülkünde O’nun malı olarak gene O’nun ilminden istifade etmektir. Kafamızı, gönlümüzü ilmin ışığıyla ne kadar doldurursak o kadar da Allah’a abid bir kul oluruz. Meseleyi bu şekilde korsak Allah rızası için hayat empoze etmez gene O’nun rızası için insanları O’nun ilmiyle aydınlatmış oluruz.

Her türlü ilim sanat ve edebiyata dair faaliyetler bizi yaratıcı kudretle buluşturur. Zenginliği, Allah’a kul olmayı bu doğrultuda anlarsak ve zihinleri de bu şekilde inşa edersek insanlarda ilim, irfan, sanat ve edebiyattan zevk alma yarışı başlatabiliriz.

Yaşadığımız toplumda bir kısım insanları ellerinde tespihle çok atıl ve hareketsiz yaşadıklarını görüyoruz.Bir şekilde üretime katılanlarınsa ya da değişik iş kollarında yaşayanlarınsa zihinleri olabildiğince atalet içerisinde. Hele cennet ve cehennem tasavvurları gerçekten ‘beleş verseler almam’ dedirtecek cinsten.

Cennetin zihinde, içine girilecek maddi bir şeymiş gibi somutlaştırılması ve onun da birkaç köşk ve huriyle donatılması zihî idrak, zihî irfan dedirtecek kadar gülünç, esasında acı bir gerçeklik durumu. Hatta şöyle bir Allah tasavvuru var: Küçükken çocukları korkutmak için ‘Allah dede başına taş bırakır.' denir. Allah’ın altmış yetmiş yaşlarında çatık kaşlı, sakallı, ceberut bir dedeye benzetilmesi bir başka gerçekliği su yüzüne çıkarır. Üzüntü verici olan şey böyle bir Allah tasavvurunun hayatı yaşanmaz kılmasıdır. Bu bir gerçeklik durumudur dedim.Gerçekten de böyle bir sözü imal eden kültürün insanlarının Allah’ı bundan başkası değildir.

Son tahlilde dar, tutucu bir kültür evreninde yaşıyorsak şüphesiz o kültür evreninde birçok sorunla karşılaşmamız kaçınılmazdır. Bu sorunlar, bizi içine doğduğumuz ve içinde yaşadığımız kültür evreninden tarda yönelebilir. Bu durumda bırakıp gitmek, mücadeleden kaçmak duyan, düşünen insanlar için söz konusu olmamalıdır.
sb 15.03.2011

Hiç yorum yok:

İşte benim idarecilik maceram!..

İşte benim idarecilik maceram!.. Hani şair benim bir de İstanbul maceram var, der ya işte o hesap benim de idarecilik maceram var. Şairin ma...