3 Aralık 2013 Salı

Roman neden Batılı bir türdür?

Romanın neden Batılı bir tür olduğunu izah için öncelikle bir roman tarifine ihtiyaç var. Cemil Meriç’ten ilhamla romanı ‘kirli çamaşırların pazara çıkarıldığı bir tür’ olarak tarif edebiliriz. Meriç bu hususta şöyle der: “Batı’nın ilk romanlarından biri "Topal şeytan". Kahraman, evlerin damını açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman başlangıcından itibaren bir ifşâdır”
Bu girişten sonra romanın Batı’da ortaya çıkışının nedenlerinden birinin Hıristiyanlıktaki “günah çıkartma” müessesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bilindiği gibi bizde mahremiyet esastır. Allah settardır.‘Kusur örtmekte gece gibi ol.’ öğütlenmiştir. İnançtaki bu farklılık bize, yukarıda yaptığımız tanım muvacehesince romanın neden Doğulu bir tür değil de Batılı bir tür olduğunu izah eder.
Romanın Batılı bir tür oluşuna ikinci neden belki de en esaslı neden modern insan tipinin Batı’da ortaya çıkışıdır. Burada da bir roman tarifi yapmak gerekecek: ‘Roman modern insanın/bireyin hikayesidir.’ Bu da Batı’daki Rönesans, Reform ve Aydınlanma çağıyla doğrudan ilişkili bir husustur. Ortaçağ Avrupa’sında insan kilisenin elinde oyuncaktı. Dar bir dünya algısıyla yaşamak zorundaydı. Kilisenin insanları içine aldığı bu dar çember Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler, Aydınlanma Çağı ve Fransız İhtilali gibi tarihin akışını değiştiren büyük devrimlerle kırılmıştır. Bu sayede de hiçbir hakkı olmayan insan, tebaadan modern insana/bireye inkılap etmiştir.
Takdir edilecektir ki eski insan tipinin hayatı bütün dünyada tekdüze bir hayattır. Bu insan daha çok dinî menkıbelerle yetinecektir. Bu hikayeler, tornadan çıkmış gibi biri diğerinin aynısıdır. Sadece kahramanların isimleri değişir, kahramanların özellikleri büyük oranda aynıdır. Bu tekdüze masal/menkıbe dünyası ona yetiyordu. Oysa modern insana bu dünyanın tekdüze hikayeleri yetmeyecektir. Modern dünyada bireyin ortaya çıkmasıyla her birey kendi hikayesine yönelecektir. Böylece bütün kompleksleriyle modern insanın merkeze alındığı ve onu bütün yönleriyle anlatma iddiası taşıyan roman doğacaktır.
Bu arada büyük Türk romancısı Tanpınar’ın otuzlu yılların sonunda verdiği bir konferansta ‘Bir Türk romanı var mıdır? diye sorduğunu ve cevaben de bir Türk romanı yoktur.’ dediğini buraya kaydedelim. Galiba Tanpınar’ın kastı, insan formunun hala eski insan olmasıdır. Ayrıca kendisine yazdığı hikayelerle ilgili görüş soran bir edebiyat heveskarına verdiği cevapta ‘ağzımızda halen Frenk kitapları konuşmakta. Bu hikayelerde biz yokuz, bizim hayatımız yok.’ demiştir. Tanpınar, ‘Bir Türk romanı yoktur.’ derken de aslında hala taklit aşamasında olduğumuzu, büyük terkibi yapamadığımızı söylemek istemiştir. Bizim bu suale (Bir Türk romanı var mıdır?)  cevabımız müspet artık: Tanpınar’ın Huzur’u, Kemal Tahir’in başta Yorgun Savaşçı’sı ve bilumum diğer romanları, Peyami Safa’nın başta 9. Hariciye Koğuşu bilumum diğer romanları, Oğuz Atay’ın Tutunamayanları ve Orhan Pamuk’un okuduğum Kara Kitap’ı … 
Son olarak romanın neden ‘Batı’da geliştiğine’ değinip yazıyı nihayetlendirelim. Romanın gelişiminin ve yaygınlaşmasının matbaanın, baskı aletlerinin, ticaretin gelişimiyle oldukça yakın ilişkisi vardır. Şöyle ki matbaanın ve baskı aletlerinin gelişimi romanların çok sayıda basılmasını, ticaretin de gelişmesi geniş kitlelere ulaştırılmasını sağlamış, bu da romana ilgiyi arttırmış, büyük ufuklar kazandırmıştır.

 7/5/11

Hiç yorum yok:

İşte benim idarecilik maceram!..

İşte benim idarecilik maceram!.. Hani şair benim bir de İstanbul maceram var, der ya işte o hesap benim de idarecilik maceram var. Şairin ma...