Öğretmenlerimiz bu hazır lopçuluktan ne zaman kurtulacaklar? Önlerine müphem veya muğlak bir mevzu çıktığında kendi görüş ve düşüncelerini çekinmeden ne zaman ortaya koyacaklar? Kendileri tartışma, fikir beyan etme hassasından mahrum olanlar, başkalarına yani öğrencilerine bu hususiyetleri kazandırabilir mi veya onlardan böyle bir şey isteyebilirler mi? Hiç kuşkusuz demiyorum hiç şüphesiz hayır.
Geçtiğimiz günlerde değil geçenlerde bir sınav yapıldı. Herkesin malumu olduğu bu haberi verdikten sonra şu konuya açıklık getirelim: Ne olacak Türkçedeki ünlü uyumları meselesi? Kimi büyük ünlü uyumuna uymayan bir kelimede küçük ünlü uyumu aramak nafile, kimi de olur mu efendim pek tabîî aranır diyor. Gel de işin içinden çık efendi!
İşte, bendenizi hanidir bu mesele meşgul ediyor! Öyle ki rüyalarıma dahi girer oldu bu meş’um mesele! Peki ben ne düşünüyorum memleketin bekasını bu kadar ilgilendiren mevzuda!? Efendim, böyle çetrefil konulara pek aklım ermese de ben derim ki:
1. Evet, büyük ünlü uyumuna uymayan bir kelimede küçük ünlü uyumu aramak abestir. Niçin mi? Büyüklerim kızmasın ama ben de bilmiyorum! Hayır hayır asıl olan büyük ünlü uyumudur diye düşünüyorum da ondan.
2. Aslında bendeniz ünlü uyumlarına kökten karşıyım. Kökten dedim de kökten dinci, fundamentalistler geldi aklıma. Neylersin post-modern bir yazar olmak kolay değil! Postmodernizm aklına her geleni yazıya dökmekmiş! Öyle dedi saçı sakalı ağarmış profesör hocalarım.
3. Büyük ünlü uyumu adından da anlaşılacağı gibi çok büyüktür. Ta ki Orhun Abidelerini diken dedelerimizin konuştuğu Türkçeye kadar uzanır kökleri. Küçük ünlü uyumu ise haddizatında küçücük bir uyumdur. O da 19.yüzyıla kadar bir görünmüş bir kaybolmuş, nihayet 19.yüzyılda kolundan tutup ‘buraya gel, sana ihtiyacımız var’ demiş, meçhul meçhul adamlar. O da, ne yapsın çocuk, davete icabet etmemek olmaz, şöyle şuracığa kurulayım, demiş. O günden bugüne hâlâ rüştünü isbat edememiş zavallı!
4. Evet beyler, üzerinde yaşadığımız diyar-ı Rum’da Türkçemiz üzerinde ne fırtınalar koparılmıştır. Türkçemizin ümüğüne çöküp son nefesini verdirecekleri anda Viyanalı müsteşrik, dilbilimci Dr. Phil Hermann F. Kvergic yetişip ne yapıyorsunuz siz, Türkçe dişice bir dildir, bütün dillerin anasıdır, demiş de Türkçeyi ölümün elinden daha doğrusu Azrail’in elinden kurtarmıştır efem. Allah kendisinden razı olur mu bilmiyorum, ama ben bu Macar allameden pek memnunum efem! Nasıl memnun olmayayım ki gemi o kadar azıya almış ki sırf büyük ünlü uyumuna uymuyor diye “ebedî şefin” ismi Kamal yapılmış. Bu vahametten bahsi geçen kişinin ilham ettiği saçma mı saçma güneş-dil teorisiyle yakayı sıyırmışız. Burada biraz ciddileşelim ve şu ciddi soruyu soralım: Beyleer, sorarım size biz, millet olarak hep böyle ifrat ve tefrit içinde mi olacağız?
Hasılı, bütün bu gevezeliklere yukarıda zikrettiğim sınav sebep oldu. Soruda “Hangi kelime hem büyük hem de küçük ünlü uyumuna aykırıdır.” diye soruluyordu. Cevabı oluşturan şıkta söylüyordu çekimli fiili verilmişti. Amenna, doğrudur. Fakat, bir başka cevap şıkkında ise kalem kelimesi olduğundan kafalar karışmakta veya karıştırılmakta. Türkçe bir kelime Türkçede geçerli ünlü uyumlarına uymazken Arapça bir kelime olan “kalem”, sözüm ona küçük ünlü uyumuna uymaktadır. Bu kadar saçmalık olmaz. Hiçbir zaman ünlü uyumlarının sondan eklemeli bir dil olan Türkçede, özellikle eklerde ehemmiyeti inkar edilemez. Fakat gelin kelimelerde ünlü uyumu arama hastalığından kurtulalım. Ünlü uyumlarında ısrar etmek, dilde kakofoniye razı olmak dilin müzikalitesini bozmak demektir.
Yahya Kemal’le inkişafını gerçekleştirmiş ve kemal noktasına erişmiş bir dilimiz var. Böyle bir dilde biraz önce de dediğimiz gibi ünlü uyumu aramak abesle iştigaldir. Söz Yahya Kemal’den açıldığına göre soralım, şiir nedir? Şiir musikidir, bir bakıma ses zenginliği, seslerin cümbüşü, izdivacıdır. Büyük ve küçük ünlü uyumları bu izdivacı daha başta sakatlar. Çünkü ünlü uyumları özellikle şiirde tekdüze bir ses yapısını mecbur kılacaktır.
Lügatimizde yüz bine yakın kelime var. Bunların çok azı öz Türkçedir. Bilmem, bu durumdan hala gocunan var mıdır? Gocunmak yersiz. Çünkü bir dilin büyüklüğü o dilin yabancı dillerden kelime misafir etme kabiliyetiyle eşdeğerdir, denmiştir. Örneğin ateş kelimesi Farsçadır. Farslar bu kelimeyi söylerken gırtlaktan ayn patlatarak söylerlermiş. Ama biz ayın filan patlatmadan söylüyoruz. Aynı şekilde bir örneğimiz de serbest kelimesi. Farsçada başı bağlı anlamına gelir. Türkçeye ise tam zıt bir manayla geçmiştir: Başıboş, serseri. Demek ki biz bu kelimeleri alırken mührümüzü vurmuş, telaffuzlarını yaparken hançeremize uydurmuşuz.
Müsadenizle biraz daha gevezelik yapacağım. Beş yüz kelimelik çoban bir milletin dili, İslamiyet’i kabulden sonra dünyanın en büyük üç–beş dilinden biri olmuştur. Hatta en büyüğü olmaması için bir sebep de yoktu. İlâ-yı Kelimetullah uğruna üç kıtada at koşturan, kılıç sallayan cedlerimiz hakîkî manada yapmaları gerekeni yapamamışlardır. Bugün batılıların yaptığını o gün Osmanlı yapabilseydi (bunun için herhangi bir mania yoktu ve hatta Rönesans ve Reform hareketleri buna münbit bir zemin de hazırlamıştı) dilini, kültürünü her şeyden önce hak olan dinini empoze (tebliğ) edebilse idi her şey bambaşka olurdu. -Burada antrparantez söyleyelim kast ettiğim kesinlikle asimilasyon değil. Kast ettiğim çift dillilik, çift kültürlülük.- Hiç şüphesiz özellikle çağımızda bunun Türkçemiz açısından ehemmiyeti inkar edilemezdi. Çünkü bugün büyük bir ihtimalle İngilizcenin yerine bütün dünyada Türkçe konuşuluyor olurdu. Belki bütün bunlar, benim hüsn-ü kuruntularım, hayallerimdir. Ama olsun, atığım taş bir nebzecik yerini bulursa sevinirim.
Son olarak zengin, doğru, güzel ve ünlü uyumlarının o nahoş müzikalitesinden uzak bir Türkçeden yana tavır koymak arzu ve temennisiyle.
2003
“BEYLER BAKAR MISINIZ?” başlıklı eski lafazanlıklarımdan biri daha. Tekrar gözden geçirerek sunma gereği hissettim. sb
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder