Mefhumları anlamanın en önemli yollarından biri muhaliflerini tespit edip anlamaktan geçer. Buna mefhum-u muhalif diyoruz.
Demokrasinin mefhum-u muhaliflerinden biri hiç şüphe yok ki monarşidir, eski dildeki ifadesiyle mutlakıyet.
Mutlakıyet kavramına Osmanlı özelinden bakarsak devleti belli bir hanedanın yönettiğini görürüz. Bunun için yalnız hanedanın eğitilmesi yeterlidir ve bir de yönetici taifesinin.
Takdir edersiniz ki mutlakıyet rejimi maliyet itibariyle çok ucuz bir rejimdir. Çünkü Osmanlı özelindeki mutlakıyetlerde İslam köylü çoban Sülü’nün başbakan ve cumhurbaşkanı olması gibi bir durum söz konusu olamayacaktır. Zaten demokrasinin temel esprisi de bir işçi çocuğu RTE’nin başbakan olabilmesinde. Bunun olabilmesi için eğitim olmazsa olmaz bir kural. Yüzbinlerce öğretmen istihdam edeceksiniz ve yüzbinlerece derslik yapacaksınız. Bu sebeple demokrasinin maliyet itibariyle oldukça pahalı bir rejim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Osmanlıda ilmiye sınıfı
Osmanlı yönetici takımının/ilmiye sınıfının beşikteki çocuğunun şayet erkekse beşik uleması unvanı yani profesör unvanı aldığını biliyoruz. Tabi bir erkek evlada kavuşan ulemanın maaşı da derhal iki katına çıkartılır. Bu nasıl olur, demeyin. Yüzyıllardır bu böyle olagelmiştir. Günümüzde üniversitelere kapıcı bile olmayacakken profesör olmuş kişileri gördüğümde bunda beşik ulemalığı geleneğinin ne kadar etkili olup olmadığını sormadan edemiyorum.
Yönetimin yüzyıllar boyu belli başlı sülaleler eliyle gerçekleşmesinin demokrasiye nazaran bazı avantajları olduğu düşünülebilir. Söz gelimi devlet yönetiminde gelenek oluşur, çocuk babasından daha küçük yaşta devlet yönetimiyle ilgili bilgi, görgü sahibi olur. Bu da devlete maddi açıdan büyük fayda sağlayabilir. Bugün, seçilmiş kimi cahil ve yeteneksiz yöneticilerin toplumun başına ne türlü felaketler açtığını söylemeye bile gerek yok. Fakat bu birkaç avantaj uğruna büyük kitlenin seçme ve seçilme hakkından bundan da önemlisi eğitimden yani aydınlanmadan mahrum olması açıklanabilir bir durum değildir.
Osmanlıda büyük kitlenin eğitimden mahrum olduğuyla ilgili kurusıkı attığım düşünülebilir. Böyle düşünenler bendenizin “Bir anekdot münasebetiyle Osmanlıya bakış denemesi” başlıklı yazıma bakabilirler.
Demokrasiden önce demopedi
Cemil Meriç ‘demokrasiden önce demopedi’ der. Bu söz biri diğerini zorunlu kılan, biri olmayınca diğerinin olamayacağı bir manayı imler. Önce halk eğitilecektir. Bunun için göstermelik de olsa tıpkı Türkiye’deki gibi adı demokrasi olan bir rejime ihtiyaç vardır. Sonra belli bir şuur seviyesine ulaşan halk, kendi hak ve sorumluluklarının bilincinde olarak seçme ve seçilme hakkını kullanacak, tabiatıyla demokrasinin çıtası insanların eğitimi arttıkça yükselecektir.
Demokrasilerin de yutturmaca olduğu iddiası
Çağımız bilgi ve iletişim çağı. Kültürler arası geçişkenliğin ve etkileşimin hat safhada olduğu yadsınamaz bir gerçeklik. Günümüzde enformasyon dezenformasyon şeklinde olabilir. Her şeyin sansasyonlara, manipülasyonlara ve spekülasyonlara gayet açık olabileceği değerlendirilmelidir. Bu bağlamda 28 Şubat sürecinde de bugün de kimi toplumsal olaylarda büyük ve karanlık güç odaklarının kitleleri istedikleri doğrultuda manipüle ettiklerini gördük. Buna karşı toplumların ve o toplumu yönetenlerin uyanık olmaları ve gerekli tedbirleri almaları şart. Tabi söylediklerimiz tuzun kokmadığı toplumlar için geçerli.
Ülkemizde ise tuzun koktuğunu gösteren sayısız örnekler yaşadık. Misal, toplumu yönetenlerin (emniyetin içerisindeki kimi odaklar) Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi kitleleri birbirine düşürme anlamında çeşitli manipülasyonlarda, opersayonlarda yer aldıklarının ortaya çıkması, “kaosa kalkan 411 el” manşetleri, en fazla oy almış iktidar partisinin kapatılma davası vs. gibi.
Türkiye’deki bu tür olumsuz durumlardan demokrasiyi yeterince hazmedemediğimiz, içselleştiremediğimiz sonucunu çıkarabiliriz, ama meseleyi tam olarak açıklamış olmayız.
Demokrasilerde muhalefetin olmazsa olmaz bir yeri vardır. Zaman içerisinde muhalefet iktidar olabiliyorsa o demokrasi güçlü demokrasidir. Türkiye’yi bu açıdan değerlendirdiğimizde ne yazık ki umutlu olamıyoruz.
İşte tam bu noktada hiç de hafife alınmayacak bir grup insan, dünyadaki egemen güçlerin Türkiye’de Ak parti eliyle 90 yıllık 1.Cumhuriyeti yıkıp 2. Cumhuriyeti kurduğu iddiasını dillendirmektedir.
Kafalar oldukça karışık. Ak parti 2007'ye kadar hem Türkiye’deki hem de dünyadaki egemen güçlerle bilek güreşine girmeden onlarla ittifak yaparak 2. Cumhuriyeti kurmaya çalıştı. 2007’ye kadar ülke içinde büyük güç tedarik ettiğini bunun sonucunda İsrail’e kafa tuttuğunu söyleyebiliriz. Fakat İsrail’le köprüleri bütünüyle atmayışı AKP'nin egemen güçlerle yaptığı işbirliğinin devam ettirdiğini düşündürüyor. Ayrıca İsrail’le olan kriz durumunun düşük yoğunlukta tutularak iç politika malzemesi yapılmak istendiği iddiası da dikkatlerden kaçmamalı.
Küçümsenemeyecek ve asla hafife alınmayacak bu bir grup insan, Ak partinin “Ilımlı İslam” projesinde görevlendirildiğini, demokrasinin da bu manada Truva atı olduğunu dillendirmektedir.
Bendeniz, Büyük Orta Doğu projesinde eş başkan olduğunu söyleyen başbakanın asıl Büyük Orta Doğu projesi içinde yer alan “Ilımlı İslam” projesinde malum cemaatle birlikte görevlendirildiği zehabından kendimi almıyorum.
Bu zehaptan ne zaman kurtulurum, her şeyi ama her şeyi egemen güçlerin hilafına yapmaya başladığında.
İstiyorum ki Türkiye’de tam bir demokrasi hüküm sürsün. İsteyen istediği gibi yaşasın. Korkular minimize edilsin. Benim arzuladığım demokrasinin şaşmaz bir ölçüsü daha var ki o da iktidarın el değiştirebilirliği. Bu mümkün gözükmüyor. Ne kadar mı? Bir yüz yıl kadar…
Türkiye 90 yıl boyunca sol orijinli despotik iktidarlar eliyle yönetildi. Bu iktidarlar seçimle işbaşına gelmiş değildi. Genel olarak adına devlet dediğimiz atanmışların iktidarıydı bu iktidar. Şimdi öyle ya da böyle kan dökülmeden bu iktidardan kurtuldu memleket. Bu saatten sonra Türkiye eski Türkiye olmayacağı için muhalefet partilerinin Türkiye’nin yepyeni şartlarına göre politika üretmeleri gerekir ki demokrasinin olmazsa olmaz şartı-iktidarın seçimler yoluyla el değiştirmesi şartı- yerine gelsin.
Demokrasi lâ-yüs’el mi?
Demokrasi kılıfıyla şiddete başvuranlarla hukuk içerisinde kalınarak mücadele edilebilir. Bu hukuk şiddete şiddetle karşılık vermeye cevaz verir bir hukuktur. Utanmaz adamlar demokratik özerklik diyerek şiddeti körüklüyorlar. Böyle bir ortamda suhuletle hareket edip onlara demokrasi dedikleri zaman akan suların duracağı yönündeki inançlarının batıl bir inanç olduğu hatırlatılmalı.
Türkiye’deki demokrasi komedisi
Yıllarca Erbakan Hoca’nın başını çektiği muhafazakarlar, devletten demokrasi talep ettiler. Erbakan, başına gelen onca şeye rağmen demokrasiden asla vazgeçmedi. İyi de yaptı. Gerçi 'kanlı mı olacak kansız mı' dedi ama şiddete pirim verdiği asla görülmedi. Böyle yapmasaydı, lastik gibi olmasaydı, esprileriyle toplumun gazını almasaydı maazallah bu ülkede PKK terörüne eş İslamcı terör olurdu. Erbakan daima lastik gibi oldu. Cuntacılar, yasakçılar üzerine bastılar, ezdik sandılar ama ayaklarını çektiklerinde Erbakan Hoca eski halini almakta gecikmedi.
Erbakan çığır açtı, demokrasi talep etti ama bu mücadelede o değil talebeleri galip geldi. Asıl ironik olan bu değil tabi. Muhafazakarlar devletle giriştikleri demokrasi mücadelesinde galip geldiler ama kendileri özellikle kadınlar söz konusu olduğunda demokrasinin kıyısından köşesinden bile geçmiş değiller.
Aynı durum Kürt ulusalcıları için de geçerli. Şiddetten nemalanlar devletten demokrasi talep ediyorlar ama İmralı canisinden başka mabud- evet yanlış yazmadım mabud, hadi buna peygamber diyelim -tanıdıkları yok. Kendi içlerinde demokrat olduklarına gelince güldürmeyin adamı derim…
Peki anladık, Türk ulusalcıları, milliyetçileri demokrat mı acaba? Ne demesiniz? Parti içi muhalefet en fazla onlardadır! Çok seslilik hem partiye hem de hayatlarına egemendir! Çoğulculuğu esas alan yapıları vardır… Bıyık altından güler gibisiniz değil mi?
Bu demokrasi ne menem şey ki herkes ondan bahseder ama kimse gram nasip almamıştır ama herkes nasiplenmeye -tabi maddi çıkar anlamında- çalışmaktadır?..
İleri demokrasilere gelince…
İleri demokrasiler alabildiğine açık rejimlerdir. Demokrasiyle yönetilme iddiasındaki toplumlar gayet açık ve şeffaf olmak zorundadır. Vatandaş, vergilerinin nereye harcandığını, hangi hizmetleri aldığını bilmelidir. Vergi veren vatandaş bilinci gelişmeli ve devlet - vatandaş ilişkisi bu bilinç etrafında kurulmalıdır. Vatan canım sana feda veya bu vatan için ölürüm, teraneleri aslında demokrasi bilincinin yokluğunu gösterir. Demokrasi bilincimiz geliştikçe vatan için ölmek yerine yaşamayı tercih edecek ve üzerinde yaşadığımız toprak parçasını daha yaşanılır kılacağız.
Son söz
Demokrasi hukukun egemen kılındığı, çoğunluğu değil, çoğulculuğu esas alan rejimdir. Hemen belirtelim usulle ilgili değil asılla ilgili bir kavramdır demokrasi. Sadece devlet yönetimiyle değil kişilerin hayatlarıyla, yaşam biçimleriyle de yakından ilişkilidir.
Ben demokrat değilim, olmak da istemiyorum diyorsanız durun sizin ne olduğunuzu söyleyeyim. Siz ya despotsunuz, ya deli, ya veli ya da … ya da maraba. Bence siz marabasınız.
25/08/2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder