Asaf Halet Çelebi'den Necip Fazıl'a
Sahte Eyyub Sultan Mistiği
“Kalp şairi”nin pilavdan dönerse kaşığı kırılacak. Bir kere: “Mistiğim!” dedi; şimdi geri dönemiyor.
Mistik diyince, nesli munkarız edebiyatı cedide züppesi müstihasesini taklit ederek:
– Deja. diyor, Eyyub gibi bir karitiye mistiği de...
Her şey gibi o da bir gösteriştir. “Kalp şairi” frenk tavrına özenen ve “Mistik”i acaiplik olsun diye cebinde taşıyan ve fıstık fındık gibi istediği zaman geveleyen, zekâsı vecizelerile ölçülür, rakik şiirler yazar bir “şair-(i) şirin-eda”dır.
Mai ve Siyah’taki Cemil gibi yüksek ve hassas, ince bir fıtrat iken asrî evliyalık şarlatanlığına üzendi. Bir zaman hokkabazlık öğrenmeğe merak edip Knowles’ten para mukabili “Yüksek irade” diploması almıştı. Bütün bunları bana gösterdi. Diploma ile musaddak yüksek iradesi dolayısile kendini tebrik ettim. Evvelâ beni uyutmağa yani manyetizme etmeğe kalktı. Sonra:
– Sen uyuyamazsın; fakat bunun sırrını ifşa edemem! dedi ve bir kediyi uyutacağım diye işkenceler yapıp hayvanı can havlile elinden kaçırdı. Çünkü kalp şairine göre “Mistik” biraz da büyücüdür ve Eyyub Sultan’da oturmaktadır. Öyle bir büyücü ki ayni zamanda garp göz bağcılığı ve manyetizmacılığına da vakıftır.
Kalp şairi yahut bay mistik bu büyücünün kapı karşı komşusu ve en aziz ahbabıdır. O terki diyâr edip bir Türk mahallesinde yerleşmiş, hamam takunyalarını mihrap üzerinde teşhir eder, mangal göbeğini avize yapar, fesli, zevksiz bir Piyer Loti müsveddesi olmaya çalışır.
Yedi sene evvel Léon Pierre Quint İstanbul’a geldiği zaman kendisini bu kıbâlde tanıtmıştı. Merhum dostum Edmond Saussey’ye de kendisini:
– Ortodoks Müslümanım ve protistanım! diye bildirmişti. Sonra biçare Saussey bana tenhada:
– Acaba doğru mu? diye sormuştu da ikimiz de kahkahalarla gülmüştük.
Bay Mistik:
– Benim eserlerimi İsveç ve Yunan lisanlarına terceme ettiler, okuyup mistik öğreniyorlar. Yakında Müslüman olup sünnet olacaklarmış. diye öteye beriye palavralar atmaktadır.
Bay Mistik, kafa göz yara yara Hüsn ü Aşk’ı okuyordu; etrafındaki hayranları da koyun kaval dinler gibi dinliyorlardı. Ben de Ahfeş’in keçisi olup kafa sallardım. Nihayet:
“Ben sustum o suuûz lebimde kaldı”. diye okuyunca dayanamadım:
– Söz, söz! dedim; hak verdi:
– Evet Ali Ekrem’le münakaşa etmişlerdi; o, senin fikrinde idi. Bu da bir içtihaddır, dedi; fakat ben aksi içtihadı kabul ediyorum.
Bay Mistik on adet kadar Yunus Emre’nin şiirini ezber etmiştir; Rimbaud’un Beteau İvre’inden de üç mısraı Abidin Dino’dan duymuştu. Zamanı evailde beni frenk edebiyatında hiç mürekkep yalamamış sanıp Verlaine’in Automne şiirini:
– Ben yazdım! diye okumuştu; onu da biliyor. Bir de Baudelaire’den meslek dağarcığında bulunması icap eden dokuz on mısra ezberlemiştir ve işte böylece kalp ve ıztırab (kendisinin tâbirile Crise intellectuelle) şairi ve bay Mistik olmuştur.
Onun tasavvuf istilahından mânasını bilmeden sık sık istimal ettiği bir “nefsi emmâre” kelimesi vardır ki bunun fena bir mânâya geldiğini idrâk ederek aleyhtarları için söyler, bunu da Eyyub Sultan’da bir zatın vaazından işitmiştir.
Ben bu frenk taklidi sahte bay Mistiğin, bu Snobe Eyyub Sultan mistiğinin bir sırrını ifşa edeceğim:
Vaktile etrafı boş bulduğu için herkesi yutar zannile palavrasyon kuvvetile ve sırf kıskançlık sâikasile Nâzım Hikmet’e benzememek ve inadına aksi cephe almak için üzerine bu ariyet “Mistik” sıfatını takınmak istemişti. Şimdi geri dönemiyor.
Ona asıl ben:
– Hodri meydan diyorum.
Gülünç egoizmile yalan söyleyip benliğin fani olması demek olan “Mistisizm”in günahını boynunda taşıyan bu sahte peygamberi şimdi yalanı çarpmaktadır. Hakkın inayetiyle onu çarpan azap meleği benim!
Ey kâzip müddeî! Rahmanın gazebinden nereye kaçarsın?
Sokak, S.2, 12 Nisan 1940,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder