Evvela şunu belirteyim, biz insanlar karşılaştırmalar yaparak öğreniriz. Eğer bir şeyi öğrenirken karşılaştırmalar yapamıyorsak orada kalıcı bir öğrenme gerçekleşmiyordur. Bu yüzden yapacağım tahlil dünle bugünün karşılaştırılması şeklinde olacaktır.
“Bir zamanlar (…) Isfahanda (…) bir padişah vardı… Hazinedarı olan Keşiş’i bir gün huzuruna çağırtmış. (Kendisi gibi) bu Keşişin de hiç çocuğu yokmuş…”
Isfahandaki padişahın bugünkü tabirle maliye bakanı Keşiş’miş. Burada neden müslüman ahaliden biri değil de Hıristiyan bir din adamı maliye bakanıdır diye sorulabilir?
El-cevap: Demek ki Müslümanlar o vakitler ya savaşçılar, ya çiftçi, ya da hayvancılıkla uğraşıyorlar. Ticaret ve para mevzuları da gayr-i müslüm unsurlara kalıyor. Oh ne ala memleket! Aptallığımıza, affedersiniz saflığımıza doymayalım.
“Günlerden bir gün padişahın yaptırdığı güzel sarayda eğlence düzenlenmiş. Padişahın karısı Hanım Sultan ile Keşiş’in karısı da eğlenceye katılmak üzere yola koyulmuşlar. Tam saraya varmak üzere iken karşılarına ak sakallı nur yüzlü bir ihtiyar çıkmış.”
Hâsılı bu ak sakallı nur yüzlü ihtiyar dua eder padişahın karısı Hanım Sultan ile Keşiş’in karısının çocuğu olur.
Dün, çocuğu olmayanlar genellikle Kerem ile Aslı Hikâyesi’nde olduğu üzere ak sakallı nur yüzlü bir pir-i faniden dua alır ya da kurban keserlerdi.
Bugün ise durum farklı. Çocuğu olmayanlar belki gene duaya başvuruyorlar ama daha ziyade bir tüp bebek tedavi merkezinin yolunu tutuyorlar.
Bu karşılaştırmalar kimine çok basit gelebilir ama hayatın dünden bugüne büyük oranda değiştiğini her daim örnekleriyle hatırlatmak zorundayız ki birçok insan anakronizm bataklığında boğulmasın.
Bugün anakronizm bataklığına saplanmamış çok az insan var çevremde. Bu sebeple çok basit de olsa hatırlatmakta fayda görüyorum.
Kerem, hikayenin bir yerinde çobandan Aslı’yı sorar. Öğrencilerime tam da burada bugün olsa seven sevdiğini nasıl arar diye sordum. Cevap, facebook’tan oldu.
Eski ulaşım şartları göz önüne alındığında çobanların adeta bugünkü GSM şirketleri gibi vazife gördüğünü düşünmek mümkündür.
Hikâyenin sonundaki Yunan mitolojisinden aşırmaya benzeyen sihirli düğme metaforuna gelince…
Aslı’nın babası Kerem’le evlenmesine razı olmuş fakat bir şart koşmuş: O şart da elbisesini kendisi yapacakmış. Elbiseyi yapmış boydan boya sihirli düğmeler koymuş… Düğmenin biri açıldığında diğeri kapanmakta ve bu böylece sürüp gitmekte. Ta ki Kerem bir ah çekip yanıncaya değin…
Sihirli düğme metaforunun güncelleştirilmesi…
Evlenecek çiftlerin en yakınındakiler o kadar çok gölge ederler ki gelin ve damadın evliliklerini -daha evlilikleri başlamadan- burunlarından fitil fitil getirmeyi başarırlar.
Bununla da kalınmaz evli çiftlerin biri diğerinden tıpkı hikâyenin bir yerinde Kerem’in Aslı’dan dinini değiştirmesini istemesi gibi kendisi gibi düşünmesini ister. İşte bu da sihirli düğmeden farksızdır. Problemin birini aşarsınız öteki karşınıza çıkar.
Burada meselelerin çözülmesi için bakış açısının değiştirilmesine ihtiyaç vardır. Ne Kerem Aslı’dan dinini değiştirmesini beklemeli ne de bugünün herhangi bir modern bireyi eşinden hayatını kendi değer yargılarına göre kurmasını istemeli. Zaten asgari müşterek yoksa (aşk-meşk hikaye)o evliliğe asla yanaşılmamalı.
Hikâyenin göndermesi…
Hikaye, Pargalı İbrahim’e annesinin ‘evleneceğin kadını kendi köyünden seç’ demesine benzer 'evleneceğiniz, aşık olacağınız insanı kendi dininizden, kendi çevrenizden seçin' gibi -bugün için pek matah olmayan- bir gönderme içeriyor. Olmayacak duaya âmin demeyin, davulu dengi dengine çaldırın da cabası…
Bir cümle de hikâyenin göndermesi üzerine söyleyecek olursak…
Eğer insanlar olmayacak işlerin peşinde koşmasalardı, Kerem gönüllü insanlar olmasaydı sizi temin ederim insanlık modern medeniyeti inşa edemezdi.
Hâsılı Kerem gibi Aslı gibi cesur yüreklere selam olsun…
sb 17.04.2012