3 Aralık 2013 Salı

Badeye, Hızır’a ve daha birçok şeye dair…

19. yy halk şairi Ruhsatî için kaynaklar, badeli şair diyor. İfade ilginç. Kimi sarhoş olarak anlayabilir ama değil. Badeden kasıt aşk badesi, aşk şarabı.
Bu yazıda öncelikle aşk badesinin ne menem şey olduğuna değineceğim. Eskiler ölümsüzlük suyu, hayat bahşeden su anlamında ab-ı hayat derler. Ruhsati’nin içtiği ab-ı hayat olsa gerek. Halk ozanları çoğunlukla içerler aşk badesinden ve bu sayede sözler dillerinden” dökülmeye başlar. Bu nasıl psikolojidir, doğrusu incele(n)meye değer. Bizim buna ne bilgimiz ne irfanımız yeter. Biz bunu daha usta kalemlere bırakalım, ama gene de birkaç kelam etmeden de geçmeyelim.
Bu arada antrparantez şu görüşümüzü de derç edelim. Bosna-Hersek’in kurucu filozof lideri Aliya İzzet Begoviç, İslam’da günde beş vakit namaz için alınan abdest olgusuna gönderme yaparak İslam aleminin neden maddeten çok temiz olmadığının psikolojik zeminini başarılı bir şekilde işleyecek bir romanın Nobel’i kazanacağını söyler. Biz de analoji yoluyla geçmiş kültürümüzde var olan aşk badesinden veya ab-ı hayat suyundan içmeyi ve Hızır meselesini dört başı mamur bir şekilde işleyen romanın Nobel’i almaya hak kazanacağını belirtelim.
Eskiden, her geceyi Kadir bil, herkesi Hızır bil, kimin ne olduğu belli olmaz, kabilinden bir söz vardı. Bu söz ya da bu ve benzeri inançlar insanlara muazzam otokontrol sağlardı. Şimdi böyle bir otokontrol mekanizması/müessesesi yok. Eski ifadeyle bu duruma sad-hayf mı demek lazım bilmiyorum.
Meselenin başka türlü ele alınması gerektiği açık. Devir değişti. Artık Hızır da ab-ı hayat da aşk badesi de kalmadı veya şekil değiştirdi. Hızır beklemek yerine ilim irfan talep etmek gerek. Talep ettiğimiz ilmin kendisinin bizatihi Hızır oluşu, ab-ı hayat veya aşk badesi oluşu gerçekliğine kendimizi alıştırmamız lazım. Ancak bu sayede yeni yeni milatlar oluşturabiliriz.
Kendimiz için milat oluşturmaktan bahsettik. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat adlı romanı “Bir kitap okudum bütün hayatım değişti.”  cümlesiyle başlar. Bu cümle ironik bir cümle olabilir, ama bize kırkıncı odanın anahtarını veren cümledir. Biz buna acayip bir ifadeyle Hızır cümle diyelim. Bu anahtar cümle bize ab-ı hayat içirebilir ve biz o sayede kendimiz için yeni yepyeni milatlar yaratabiliriz.
Mevlana’nın ‘her nefis ölümü tadacak, ama çok azı hayatı tadacak’ dediği varittir. Tek bir miladı olan, o da annesinden doğduğu gün olan insanlar için hayatı tatmak söz konusu değil. O kişiye Hızır kesinlikle uğramaz, o ab-ı hayattan da içemez, çünkü yaşamaz, çünkü doğmaz, çünkü kendini kendinden doğuramaz. Tek bir miladı olanlara va- hayf diyelim gene eskilere uyarak.
Peki “Bir kitap okudum bütün hayatım değişti.”  cümlesinin hayatta, kişilerin hayatında karşılığı ne olabilir? Bir hoca/öğretmen, bir adem, bir kitap bir film. Bu mevzuda “Bir kitap okudum bütün hayatım değişti.” diyenlere/diyebilenler ne mutlu. İşte onlara Hızır uğramış, onlar da Ruhsatî gibi bir gece rüyalarında aşk badesinden içmiş, gerçek anlamda badeli bir şairi olamamışlarsa bile badeli bir adem olmuşlardır.
Bütün meselenin kendini tanı düsturunda düğümlendiğini belirtelim. Örgün eğitimin olmadığı, şifahi kültürün hayata egemen olduğu eski zamanlarda kimi insanların biraz da Allah vergisi ilhamla iç dünyalarına odaklanmaları sonucu kendilerini tanıdıkları, bu kendini tanıma ameliyesinin de çoğu zaman irticalî şiirlerle tezahür ettiği söylenebilir.
Tabii ozanlığın şöhretinin eski zamanlarda küçümsenecek bir şöhret olmadığı tahmin edilebilir. Bu şöhret, kimi insanları fazlasıyla cezp etmiş olsa gerek. Böyle bir hayalle uyuyan ozan muhtemelen bir gün rüyasında hayalini kurduğu badeden içecektir. Halk ozanının ilim tahsil etme imkanı olsaydı belki rüyasında ab-ı hayat veya aşk badesi içmeyi beklemeyecek bizatihi gidip ilim şerbetinden bir cur’a almayı deneyecekti.  
Bugün ilham mevzusu veya Hızır’la karşılaşma mevzusu hala birilerinin zihninde gerçek anlamlarıyla var olabilmektedir. Bu, o insanlar adına üzüntü verici bir durumdur. İnsanlar böyle bir inanca sahip olabilirler, ama Said Nursi gibi bütün fikirlerinin kaynağını ilham olarak açıklayanlara ne demeli? Said Nursi’nin iyi bir tahsilden geçmediğini biliyoruz. Ya da şöyle diyelim çok kısa bir medrese tahsili vardır. Said Nursi de müridanı da bu gerçekten olsa gerek her fırsatta ilminin kesbî değil vehbî olduğuna vurgu yaparlar. Hatta müridanı, Said Nursi’nin ilimde zirve olduğuna gönderme yaparak şöyle bir anekdot aktarır: “Burada her soruya cevap verilir, her mesele halledilir ama hiç kimseye soru sorulmaz.” Bu sözlerin yazılı olduğu levha, bir kapıya asılmıştır ve her gelen, sorusuna cevap alarak tatmin olmuş vaziyette o kapıdan ayrılmıştır.  Bu husus neresinden bakılırsa bakılsın tuhaf ve biraz da gülünçtür. Böyle bir iddia sorunlu bir Allah ve hakikat tasavvurundan kaynaklansa gerek. Bu mevzuyu başka bir zamana bırakalım ve şunu ekleyelim: Her şeyimiz Allah’ın bahşettiği akıl yasalarına uygun olsun başka ihsan istemez.
Bundan birkaç yıl önce Avrupa Yakası adından bir komedi dizisi vardı. Orada Makbule ve Burhan tiplemesi çok dikkat çekiciydi benim için. Bir bölümde Makbule çamaşır leğenindeki suda Burhan gelip kurtarmasa boğulacaktı. Bu, müthiş simgesel bir anlatımdı. Gerçekten bir kaşık suda fırtına koparanlarımızdan ve bir kaşık suda boğulanlarımızdan geçilmiyor.
Kendine güveni olmayan, kendini tanımaktan aciz insanlarla dolu etrafımız. Kendisinin bir hiç olduğunu iddia eden Rabbine de bir şekilde iftira etmekte ama o bunun hiçbir zaman farkında olamamakta. Yazık!
Geçenlerde bir yerde İmam Şafi’nin görüşlerinden hararetle bahsediliyordu. Bu, bana gerçekten abes gelmişti. Bunu konuşan insanların hiçbir konuda kendi görüşleri yoktu. Onlara göre belki de İmam Şafi özel yaratılmıştı.
Gene bir yerde eleştirel bir tavır takınmıştım. Bu memlekette sınıf öğretmenliği yapan bir adam(!) bizim yerimize düşünülmüş, dedi; Gazali nereye giderse (cennet, cehennem) ben de oraya gitmeye hazırım, diye de ekledi. Oysa Gazali’nin kafasında binlerce kavram, bilemedim on binlerce kavram vardı. Kendisinin gene kendi ifadesiyle küçücük beyninde iki yüz elli bilemedim beş yüz kavram vardı. Şimdi siz söyleyin bu adamı kim Gazali’yle aynı yere kor.
Lütfen kendimize haksızlık yapmayalım ve Rabbimize de iftira atmayalım. Allah kimseye torpil yapmadı. Gazali’ye, İmam Şafi’ye, Said Nursi’ye torpil yapmadı onlara akıl nimetinden daha çok vermedi.
Mustafa İslamoğlu zeka kelimesiyle zekat kelimesinin kökteş olduğunu söyler. Zekat, ağacın budanması demekmiş. Budanan ağaç ertesi yıl daha çok meyve verir. Yani malın fazlalıklarını infak edeceksin ve Allah sana ertesi yıl misliyle verecek. Zeka da işlenerek, bilenen, keskinleşen, artan anlamlarına geliyormuş. Galiba meselem az çok anlaşılmış olacak.
Son olarak bir hadis-i şerifle bitirelim: “Kendini tanıyan Rabbini tanır.” Ama kişi kendini hakiki ilim ve irfan talep etmek yoluyla tanır ve tabiatıyla da Rabbini tanır. Kendini tanıyan ve dolayısıyla Rabbini tanıyan kişinin rüyasında bade içmesine, Hızır'la karşılaşmayı beklemsine veyahut da mehdi beklemesine gerek yoktur.

2/05/2011

Hiç yorum yok:

Modern zamanların samimiyetsiz ilişkileri üzerine...

Her düşünceden, her görüşten çok sayıda arkadaşı olmak...Bana göre bu, köşeleri olmamak, demek olup şahsiyet yokluğunu gösterir.   Herkese m...