Branşların (TDE) toplantısında söyledim bu sözü. İyi söylemiş miyim diye takdir beklemek değil amacım, ne demek istediğimi daha anlaşılır kılmak.
Biz düşünmeyi öğrenmeden dili öğreniriz. Yani dili ezberleriz. En iyi dil öğrenme metodunun da ezber olduğu söylenir. Ne kadar doğrudur, değildir bilemem. Fakat hep ezberde kalmak tehlikesi vardır bu işin. Eskiler bu mevzuda, ‘Benim oğlum bina okur döner döner gene okur.’ diyerek adeta boğayı boynuzundan yakalamışlar.
Bina, emsile bina maksut şeklinde geçen Arapça gramer bilgisiyle ilgili bir terimdir. Bu sözde dil bilgisi kurallarını ezberleyip durmak kastedilmiştir.
Düşünmeyi öğretmediğiniz adama sıfatın ve zarfın ne olduğunu öğretebilir misiniz? Öğretebilirsiniz belki ama öğrettiğiniz ezberden başka bir şey değildir. Öğretilenin ezbere dayalı oluşu nedeniyle sıfatın ve zarfın canı cehenneme demekte bir beis görmüyorum.
Ben, ÖSS ve ÖYS sınavlarında dil bilgisi yanlışı yapmadım. (Bununla iftihar mı edeyim şimdi!) Ama dil bilgisini üniversitede Muharrem Ergin’in kitabını defaatle okuyarak öğrendiğimi düşünüyorum, tabii ne kadar öğrenebildimse! Öyleyse biz okullarda kendimizi mi kandırıyoruz? Galiba evet.
İyi, güzel, hoş. Peki, ne yapmalıyız? Soruyu cevaplamadan önce orta tahsilin amaçlarına bakalım: “Ortaöğretimin amacı; öğrencilere asgarî ortak bir genel kültür vermek, birey ve toplum sorunlarını tanıtmak ve çözüm yolları aramak, ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak bilinci kazandırarak öğrencileri ilgi, yeti ve yetenekleri doğrultusunda yüksek öğretime, hem yüksek öğretime hem mesleğe veya hayata ve iş alanlarına hazırlamaktır.” (Dikkat edilirse metnin dil bilgisi ve dilin mantığı açısından ne kadar sorunlu olduğu anlaşılacaktır.)
Yukarıdaki paragrafta genel liselerde ortaöğretimin amacının zımnen aydın yetiştirmek olduğu görülmektedir. Öğretmenlerimizin acaba kaçı bunu fark etmiştir veya bu bilinçtedir? Maalesef çok azı.
Öğrencilere öncelikle düşünme öğretilmelidir. Ben kendi hesabıma derslerimde evvela düşünmeyi tarif ederim. Çünkü düşünmeyi öğretmeden yukarıdaki amaç doğrultusunda insan yetiştirmek mümkün değildir. İşte o tarifler: Düşünmek, düşmek demektir; düşünmek, kelimeler üzerine düşmek demek; düşünmek, kelimeler üzerinde düşünmek demek; düşünmek, bir daha düşmemek için düşünmek demektir. Benim lügatimde düşünmenin asıl anlamı bu tariflerden biraz daha farklı: Düşünme, senin gibi düşünmeyenlerin düşüncesidir.
Öncelikle düşünme öğretilmelidir dedik. Bu, metin merkezli bir eğitimle yapabilir.Tabi bunun için de öğretmenin donanımlı olması şart. Öncelikle metnin ne söylediğine bakmak, asırlar önce yazılmış bir metnin bugün için ne söylediğini düşünmek müthiş zihin açıcı bir şey. Eğer edebiyat ve dil anlatım dersleri metin merkezli işlenirse hem öğrenci hem öğretmen için tadına doyum olmaz bir eğlence haline gelecektir. Böylece hem maksat hasıl olmuş olur hem de eğlenilmiş olur. Bu söylediklerim kesinlikle afakî şeyler değil. Yalnız pragmatist ve oportünist olunmamalı ve ayrıca öğretmene alabildiğine hareket imkanı sağlanmalıdır.
Öğrenciler şu şekilde pragmatist ve oportünist olabiliyorlar: Romanın neden batıda ortaya çıktığıyla ilgili bir değerlendirme yapıyorsunuz, çocuk soruyor, hocam, bu anlattıklarınız sınavda çıkar mı veya bunlar ÖSS’de işimize yarar mı, yaramaz mı? Sınavın da ÖSS’nin de (senin de!) canı cehenneme diyemiyorsunuz! Dediğinizde demoklesin kılıcının başınızın üstünde sallandığını görüyorsunuz.
Metin mevzuuna geri dönersek metin benim için adeta bir laşedir. Öğrenci ve öğretmen o laşeyi didik didik edecek bir karga. Böyle bir durumda takdir edersiniz ki öğretmen ve öğrenci hiç olmadığı kadar özne olabilecektir. Ama bugünkü eğitimde, tam da bu noktada öğrenci tamamen edilgendir. Çünkü öğrenci, öğretmenin sözgelimi 2 cigabaytlık hart diskinde kayıtlı bilgilerin zerk edileceği 1 cigabaytlık bir hart disktir. Yani öğretmen bilgi bankası öğrenci bu bilgi bankasının depolanacağı zihinsel bir aygıt. Buna pekala "yuhh" diyebiliriz. Bütün bu sisteme öğretmen ve öğrenci velileri olarak çanak tuttuğumuz da bir vakıa.
Esasında bilgi hiçbir şeydir. Bilgi ‘tek başına’ bir iktidar da sunmaz. Bütün mesele, bilgiye hükmedebilme, bilginin nasıl kullanılacağını bilebilme, perspektif sahibi olabilmede. Eğer durduğunuz bir yer, baktığınız bir açı yoksa baktığınızda muhtemelen bir şey göremeyeceksiniz. Bütün bunların, zihninde bir sorunsal olarak var olmadığı bir öğretmen neyi nasıl öğretir? Söyleyeyim: Sıfatı zarfı bir güzel ezberletir! Yetiştirdiği öğrenciler üniversiteye de yerleşir! Sonra? Sonrası açık: Yetiştirdiği insanlar çok geçmeden tam bir mankurt olarak hayata katılır.
Katılır da ne olur, söyleyeyim: Her şeyle hatta kendisiyle bile kavgalı, sorun çözmede, kriz yönetmede başarısız, enerjisi daima negatif insanlar… Oysa barış dini, esenlik dini mensuplarıyızdır biz. Üniversiteyi de öyle ya da böyle bitirmiş mesleğe de atılmışızdır. Tabiatıyla daha bir şen, daha bir kendinden emin, daha bir ne yaptığını bilen insanlar olmalıyızdır. Ama değiliz? Neden? Neden mi?!..
15/04/2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder