Bülent Akyürek aktarıyor:
" Ankara, Sincan’ı biliyorsunuz… Kırk veya ellili yıllara ait bir mesele anlatılır. Sincan tren istasyonu yakınlarındaki bir bakkal amcamız vefat edince veresiye defterinde alacaklıların listesinde şöyle bir not görürler: 65 Lira (Trene Koşan Adam) "
Ceddimizle ilgili ciltler dolusu bir romanda ancak anlatılabilecek enmuzec bir olay...
Mesele şu: Ceddimiz moral manada bizden çok daha mes'ud idi ve bizden daha ziyede saf ve sade.
Şüphesiz bu saf ve sadelik bütün sorularını, sorunlarını değil, çözmüş olmakla ilgiliydi. Onun cevap bekleyen soruları vardı sorunları değil. O soruların cevaplarını büyük mezhep imamları, Kur'an- ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmışlardı. Bir müşkül hasıl olduğunda ilmihal kitaplarına bakılır ve o müşkül bir daha açılmaksızın hallonulur idi.
Takdir edilir ki bu sadelik ve kendinden emin oluş, modern olanla taban tabana zıttır. Zaten modernizmi yapan her ne varsa altında bizim imzamızın olmayışı bu bağlamda oldukça anlaşılır bir durum.
Sorun, biz zihinleri alabildiğine bulanmış modernlere aittir ve tabi o sorunların çözümleri de. Artık eski reçeteler derdimize çare olamıyor. Zaten dertlerimiz de eski dertlerden oldukça farklı.
İsterseniz şöyle soralım: Sincan tren istasyonu yakınlarındaki mezkur bakkal amca gibi mi olalım yoksa hayata dair sorduğu bütün sorulara alabildiğine görece cevaplar alan veya veren modern insan gibi mi olalım?
Bendeniz zaman zaman Sincan tren istasyonu yakınlarındaki mezkur bakkal amcamızın emniyetini, saf ve sadeliğini arzularım ama yeni insan tipinin o karasızlığını, huzursuzluğunu, doymak bilmez açlığını, şüphesi ve tecesssünü her şeyden önemlisi görece hakikat tasavvurunu da çok önemserim.
07/09/2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder