Ezilenler, ezilenler! Allah onların da belasını versin. Ezilmesinler be. s.33
***
Türkün ilk hızından kork. s.68
***
Balık ve misafir üç günde kokar. Çin atasözü s.69
***
Köpeğin ahmağı baklavadan pay umarmış bayram günü. s.78
***
S. Beyazıt: Hayatı hep üstün başarı üzerine kurgulamışız. Neden "sıradan insan" kalmak bazılarımıza çok ağır geliyor? Neden hep bizden öncekilerin yarattığı (doğruluğu tartışılabilecek) değerler peşindeyiz. Bir çoğumuz çocuğumuzun Mozart gibi olmasını dileriz. Oysa Mozart. kaybedilmiş bir çocukluk döneminin ardından yarattığı değerlerin tadını çıkaramadamadan öldü gitti. Her ana bir gök taşının çarpmasıyla tuz buz olabilecek bir evrende bu kadar çabalama bazen size de anlamsız gelmiyor mu?
O. Suda: Evet bir anlamsızlık kesinlikle var. Hepimiz zaman zaman karamsarlığa, umutsuzluğa düşüyoruz. Tedirginiz. Ama iyi ki tedirginiz. Çünkü bize sunulanı kabul etmemiz, bize biçilen hayata karşı çıkmamız tedirgin olduğumuz içindir. Ve de iyi ki kendimiz toparlayabiliyor, dünyamızı yaşanılır kılmaya kaldığımız yerden devam edebiliyoruz. Yüce güzellikler vurgunuyuz bizler. İnsanlık kaybettiği eşeğini bir gün mutlaka bulacaktır. s.160
***
"Siyaset sahnesinde su üstünde kalanlara itibar etmeyin. Gerçekte hafif oldukları için su üstünde kalmışlardır." Balzac s.162
***
Işığı Yanan Evler
"Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.
Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu.
Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim. Hacıanne: "Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.
Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"
Hacıanne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, 'ışığı yanan bir ev' bulsun diye bekliyoruz."
Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin, trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evler" yerinde hâlâ duruyor mudur? Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.
Şâir öyle diyordu: "Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler."
Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler?
Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?" Saffet Solak'ın bir hatırasıdır.s.172
Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu.
Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim. Hacıanne: "Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.
Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"
Hacıanne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, 'ışığı yanan bir ev' bulsun diye bekliyoruz."
Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin, trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evler" yerinde hâlâ duruyor mudur? Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.
Şâir öyle diyordu: "Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler."
Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler?
Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?" Saffet Solak'ın bir hatırasıdır.s.172
***
"Korolenko genç Çehova sorar: - Nasıl yazıyorsun öykülerini? Çehov göz gezdirir odaya. Masanın üzerinde duran kül tablasını eline alır ve şöyle der: Yarın uzun bir öykü çıkarabilirim bu kül tablasından, çünkü kendi içinde barındırıyor bu evde yaşayanları, bu odaya gelenleri, onların konuşmalarını, dertlerini, hüzünlerini, özlemlerini...Ertesi gün öykü hazırdır. İnanılmaz bir öyküdür Kül Tablası. Nutku tutulmuştur büyük yazar Korolenkonun." s.180
Aix - Londra - İstanbul Mektupları, Nezihe Meriç - Orhan Suda
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder